Şub 15

“BİR ÜLKE NASIL PAYLAŞILIR?”

“BİR ÜLKE NASIL PAYLAŞILIR?”

2002 seçimlerinden günümüze kadar somut olarak ne yaşadığımızı farklı bir yöntemle anlatmak istiyorum…

Aslında beni böyle bir yazı yazmaya sevk eden, Avustralyalı gazeteci ve film yapımcısı John Pilger’in, 84 yaşında Londra’da hayatını kaybetmesi oldu. Yeniçağ’ın çıktığı günden beri bu sütunu takip edenler, Pilger’in ne kadar değerli bir gazeteci olduğunu hatırlayacaktır.

AKP iktidarının henüz ilk yılıydı ve gazeteci John Pilger’in Endonezya’nın nasıl yağmalandığını da anlatan “Dünya’nın Yeni Efendileri, Küresel Yağmacılığın Gerçek Yüzü” adlı kitabından geniş alıntılar yaparak “Strateji” sayfasında incelemiş ve ayrıca 14 Mayıs 2003 tarihli Yeniçağ’da “Tayyip Erdoğan Suharto’nun yolunda!” başlıklı bir yazı yayınlamıştım. O sırada Erdoğan, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı olarak her yabancı ülke veya uluslararası şirket temsilcisi ile görüşmesinde Türkiye’nin bir ekonomik varlığını pazarlıyordu. Maliye Bakanı Kemal Unakıtan da devir-teslimleri en hızlı şekilde gerçekleştireceklerini söylüyordu… Türkiye bir büyük savaşı kaybetmiş gibi yabancı şirketler tarafından yağmalanıyordu…

***

John Pilger ise kitabında Endonezya’nın nasıl yağmalandığını şöyle anlatıyordu:

“Kasım 1967’de Endonezya artık adeta avuç içine alınmış ve ganimetler dağıtılmaya başlanmıştı. The Time-Life şirket ortaklığı, Cenova’da, Endonezya’nın dünyanın dev şirketlerine nasıl parselleneceğinin tasarımının yapıldığı üç gün süren bir konferansa sponsorluk yaptı. Katılımcılar arasında David Rockefeller gibi dünyanın en güçlü kapitalistleri vardı. Toplantıda bütün dev şirketler temsil edilmişti: Belli başlı petrol şirketleri, bankalar, General Motors, Imperial Kimya Endüstrisi, Leyland, British-American Tobacco, American Express, Siemens, Goodyear, International Paper Co. ve US Steel… Masanın öbür ucunda ise Rockefeller’ın ‘Endonezya’nın en iyi ekonomistleri’ dediği Suharto’nun adamları oturuyordu.

Konferansın ikinci günü, Endonezya ekonomisi sektör sektör dilimlere ayrılıyordu.

Freport şirketi Batı Papua’da bakır madeni aldı. Bu şirketin yönetiminde Henry Kissinger vardı… Bir Amerika-Avrupa konsorsiyumu, Batı Papua’nın nikel kaynaklarına el koydu. Dev Alcoa şirketi ise Endonezya’nın boksit rezervlerinden en büyük dilimi kaptı. Bir grup Amerikan, Japon ve Fransız şirketi Sumatra, Batı Papua ve Klimantan’ın tropik ormanlarını aldı. Yabancı yatırımları düzenleyen bir kanun Suharto tarafından aceleyle çıkarılarak, bu yağmalama en az beş yıl vergiden muaf tutuldu.

Wall Street bütün olanları büyük bir fetih gibi görüyordu. Sukarno, Dünya Bankası’nı ülkeden kovmuş, petrol şirketlerinin gücünü sınırlandırmış ve Amerikalılara açıkça ‘Kredilerinizle cehenneme kadar yolunuz var!’ demişti. Fakat Suharto ile birlikte ülkeye, çoğu Dünya Bankası’ndan yüklü miktarda krediler girmeye başlamıştı. Dünya Bankası yetkilileri ülkenin kalkınması için gönderdikleri milyarlarca doları Suharto rejiminden bazı kimselerin cebe indirmesine göz yummuşlardı. Bunun altında da esas patron Batılı güçlere iktisadi imtiyazların tanınması ve ülke kaynaklarının peşkeş çekilmesi yatıyordu.

Endonezya’nın bugünkü borçlarının toplamı 262 milyar dolar olarak tahmin ediliyor. Bu rakam ülkenin gayrisafi yurtiçi hasılasının yüzde 170’i. Bu borcu bazen hayatlarına mal olsa da ödemeye devam edecek olanlar ise sıradan insanlar…”

***

Bu bilgileri verdikten sonra şöyle demiştik:

“Ne dersiniz?

36 yıl sonra, Tayyip Erdoğan da Suharto’nun yolundan gitmiş olmuyor mu?”

Aradan 21 yıl daha geçti. Erdoğan, Batılı dev şirketlerle Endonezya’dakine tıpatıp benzer toplantılar yaptı. “Yatırım Danışma Konseyi” adı altında düzenlenen bu toplantılar, medyada büyük bir başarı gibi sunuldu. Bu toplantılarda Türkiye’nin ekonomik değerleri, Endonezya modeliyle paylaşıldı.

Sonra da sıra nüfusu ve tapuyu değiştirmeye geldi!

Türk Milleti, 2024 yılında bu kötü talihini değiştirmek için çaba sarf etmelidir. Yoksa elinde uğrunda ölünecek bir vatan da kalmayacak…

Kaynak Arslan Bulut

Şub 13

“O KADARCIK AKIL TERMUSTA DA VAR”

“O KADARCIK AKIL TERMUSTA DA VAR”

Tatlıses’in İbo şov’u yaptığı eski dönemde programa bir profesör konuk olmuş, Tatlıses her zamanki boş konuşan tavrıyla:

“Profesör bey, siz okumuş adamsınız, bilirsiniz. Termosa soğuk su koyduğumuzda suyu soğuk tutuyor, sıcak su koyduğumuzda suyu sıcak tutuyor….

Termos suyun soğuk ya da sıcak olduğunu nasıl anlıyor?”

Profesör cevap verir:

“Çok basit! Siz elinizi suya soktuğunuzda onun sıcak veya soğuk olduğunu anlamaz mısınız?”

Tatlıses: “Anlarım ama benim aklım var?”

Profesör cevap verir:

“Eee,  o kadarcık akıl termosta da var.” .

Şub 11

“İNSANLIK NİÇİN BU KADAR APTALLAŞTI?”

“İNSANLIK NİÇİN BU KADAR APTALLAŞTI?”

Modern davranışlarına 50 bin yıl önce kavuşan insan; beyin ve zeka olarak genetik değişimine uygun hızla evrilseydi şu anda galaksiler arasında seyahat ediyor olurduk.

-.Mısır İmparatorluğu dönemi fizikçi ve gök bilimci Kamose-Menes,anıt mezarların ve piramitlerin ölümden sonra kimseyi canlandırmayacağını söylediği için öldürüldü. Soyu devam etmedi.

-Antik Mısır’ın diğer bir filozofu Amentebat,”insanları mumyalayarak öbür dünyaya gönderemezsiniz” dediği için ailesi ile birlikte yok edildi. Soyu devam etmedi.

-Romalı Flavus Lucretius Claudius, matematikçi, gökbilimci ve filozof; Roma Tanrı’larının masal olduğunu söylediği için katledildi. Soyu devam etmedi.

-Antik Yunanlılar, devrin en büyük filozofu Sokrates’i,2500 yıl önce Yunan tanrılarına inanmadığı için öldürdüler. Soyu devam etmedi.

-Giardano Bruno, italyan filozof.Kapalı evren görüşünü ilk reddedenler arasında. Dünya güneş etrafında dönüyor dediği için Kilise tarafından Roma’da diri diri yakıldı. Soyu devam etmedi.

-Sadece Avrupa engizisyon mahkemelerinde 50.000 aydın, düşünür, filozof, sanatçı yakıldı. Soyları devam etmedi.

-Paleolitik Çağ’dan itibaren son 40 bin yılda istatistiksel olarak sayıları 143 milyon olarak hesaplanan üstün zekâlı insan “Dinlere, Tanrı’lara, dogmalara, tabulara, masallara” inanmadığı için öldürüldü ve hiç birisinin soyu devam etmedi.

Soyları devam etseydi bugün dünya insan popülasyonunun yüzde 5’i değil yüzde 35’i üstün zekalı olacaktı.

Endülüs ve İskenderiye kütüphaneleri yanmamış, bilim, sanat, felsefe üreten değerli insanlarla birlikte fosil yakıt yakmadan, daha temiz bir dünyada yaşıyor olacaktık. Bizim de zeka seviyemiz bugünkü aptal halimizle kıyaslanmayacak kadar yüksek olacaktı.

Akşam sokağa çıkınca birbirinize bakın ve bilin ki hepimiz geride kalan düşük zekalı insanların torunlarıyız. Akıllı, üstün zekâlı nesil tarih boyunca yobazlar tarafından öldürüldü. Akıllı ve zeki insanların genleri bize aktarılamadı…

Geçenlerde biri bir “tweet” atmış, şöyle diyor: “Cübbeli ile Stephen Hawking aynı zaman diliminde yaşadılar, bizim hissemize Cübbeli düştü…”

Peki, bu bir rastlantı mı? Asla değil!

“Ne ara bu kadar aptallaştık?” sorusuna bir öğrencinin cevabı;

“Doğum kontrolü negatif evrime yol açtı! Akıllı insanlar doğum kontrolü yaptığı için, daha da azalırken, aptallar kontrolsüz biçimde çoğaldı…!”

Olayı anlayabilmek için Antik Yunan’a dayanarak Rönesans’ı, Rönesans’a yaslanarak “Aydınlanma Hareketini” yaratan, ardından 1776 Amerikan Devrimi ve 1789 Fransız İhtilalini yapan Avrupalılar ve onların Amerika’ya göçenleri karşısında aynı zaman diliminde yaşayan, şu anda içimizden bazılarının pek özendiği Osmanlı ne yapıyordu, önce ona bakmak gerek.

Resim ve heykel sanatında Avrupa’da Leonardo Vinci, Rafaella, Michelangelo gibi dahiler yetişirken Osmanlı’da resim yapmak günah, heykeller ise put olarak kabul ediliyordu.

Dante, Shakespeare, Cervantes hümanist edebiyatın öncülüğünü yaparken Osmanlı’da tek edebiyatçı henüz yetişmemiş, daha sonraları bin bir zorlukla getirilen Makyevel’in Prens adlı eseri bazı yöneticiler tarafından gizlice okunuyordu.

Bilim dünyasında Kopernik dünya merkezli evren kuramını çürütüp, dünyanın güneşin etrafında döndüğünü açıklamasıyla oluşturduğu bilimsel devrimden otuz yıl sonra Takiyüddin Efendi’nin Tophane sırtlarına kurduğu zamanın en büyük rasathanelerinden biri, III. Murat’ın emri, Şeyhülislamın fetvası ile “Tanrı’nın işine karışmak” gerekçesiyle kıyıdan top ateşine tutuluyordu.

Galileo, Kepler ve Newton’u sadece anımsatarak geçiyorum.

Felsefede Francis Bacon, Thomas Hobbes, John Locke, Rene Descartes, Spinoza gibi isimler dünyayı algılamak için çaba sarf edip, birlikte yaşamanın kurallarını koyarken, biz çoktan felsefecileri zındık ilan etmiş, felsefe ile de uğraşmayı yasaklamıştık.

Sanat, edebiyat, bilim ve felsefe alanında yaya kalıp, matbaayı bile üç yüz sene sonra kurarak bilginin yayılmasını önlersen, senin topraklarına Hawking düşecek değil ya!

Velhasıl bu toprakların bahtsızlığı çok öncelerden yazılmaya başlanmıştır.

Mustafa Kemal 1923 aydınlanması ile bunu kırmak istemiş, okuma yazma bilmeyen, cahil bırakılmış bir toplumda aydınlanma olamayacağını anlamış ve önce okuma yazma seferberlikleri oluşturulmuştu.

Köy Enstitüleri bu aydınlanma kavgasının başlangıcıydı, toprak ağaları izin vermedi.

Seksen senedir yeniden karanlık bir çukura çekilmekte bu ülke.

YÖK Denetleme Kurulu Üyesi bir “Profesör”ün, “ben cahil halkın ferasetine güveniyorum” sözü ile özetlenebilecek sona doğru koşar adım gidiyoruz.(Alıntı)

Alıntı

Şub 09

KELİLE VE DİMME’DEN

KELİLE VE DİMME’DEN

Bir gün kedi, avcının kurduğu tuzağa yakalanmış. O sırada yiyecek aramak için yuvasından çıkan fare, kediyi o halde görünce önce sevinmiş ama arkasına dönüp baktığında onu kapmaya hazır bir gelincik ve ağacın tepesinde gözleriyle onu takip eden bir baykuş görmüş. Hemen kedinin yanına giderek, kendisine dokunmama sözü vermesi halinde avcı gelene kadar iplerini kemirerek onu kurtarabileceğini söylemiş. Kedi öneriyi kabul etmiş. Gelincik ve baykuş kedinin yanına yanaşamamışlar. Fare, ip kemirme işini ağırdan alarak son ipi koparmamış. Avcı gelince, fare son ipi de koparmış, avcıyla burun buruna kalan kedi, ağaca ancak tırmanabilmiş, gelincik ve baykuş kaçmış, fare ise hemen bir yarığa sinmiş… Böylece fare, en büyük düşmanı kediyle geçici ve kontrollü ittifak yaparak ölümden kurtulmuş…

Ülkemizdeki siyaset, Hintli filozof Beydeba‘nın 2500 yıl önce yazdığı Kelile ve Dimne‘deki, avcı, kedi, fare, gelincik ve baykuş oyununa benzedi.

Şub 07

ŞEYTANIN EMRİNDEKİ SAPIKLAR

ŞEYTANIN EMRİNDEKİ SAPIKLAR

Jeffrey Epstein davası, New York’ta yer altında bulunan tüneller, kaçırılan kız ve erkek çocuklar, Hollywood denen fitne fücur çukurunda cesur bir heccavın “sapıkları” gözlerine bakarak ifşası, 6 Şubat depremlerinde kaybolan onlarca çocuğun bu kan içici sapıkların insafına terk edilmek üzere jetlerle götürüldüğü iddiası ve daha neler neler…

İnsanın içi kabarıyor, kalbi sıkışıyor. Midesi bulanıyor. Bir zalimin elinde çaresizlik içinde kıvranan bir ‘sabi’ aklına geliyor ve patlayacak gibi oluyor ama ne Amerika’da, ne Doğu Türkistan’da, ne Gazze’de ne de dünyanın başka yerinde sürüp giden zulümleri durdurabiliyoruz.

Ne demişti komedyen Ricky Gervais 2020 Altın Küre Ödül Töreni’ndeki konuşmasında: “Fakat bu gece, sadece kamera önündekiler ile ilgili değil. Bu salonda dünyanın en büyük TV ve film yapımcıları var. Her kesimden insan var. Ama hepsinin ortak bir noktası var, hepsi de Ronan Farrow’dan (Tacizleri yazan gazeteci) korkuyor. Sizin için geliyor… Hepiniz adına konuşuyorum sapıklar. Bu şovu izlemek yerine benim dizim After Life’ın tüm sezonunu izleyebilirsiniz. Dizinin konusu karısı kanser olduğu için kendini öldürmek isteyen bir adam. Ve buna rağmen bu ödül töreninden daha eğlenceli. İkinci sezon için detay vereyim o kendini öldürmüyor. Tıpkı Jeffrey Epstein gibi. Kesin sesinizi, hepinizin arkadaşı olduğunu biliyorum bu adamın.

Amerika’da, Avrupa’da ve dünyanın pek çok yerinde pek çok kişi eskiden beri bu olayları biliyor, hatta bir ucundan bu olaya bulaşıyor. Konu sadece sapıkça zevkler değil. Bu ruhsuz, Tanrıtanımaz zavallılar ölümsüzlük peşindeler. Bunun için onlara “Annenizin mezarını açıp kemiklerini öğütüp için!” deseler onu da yapacak kadar Şeytanın emrine girmişler.

2021 yılında ölümsüzlük araştırması yapanlar, laboratuvarlar kuranlar için ne demişti Elon Musk: “İnsanların ölmesi gerek!” ve “Bu işe yaramazsa Bezos ölüme dava açacak!

Alıntı: Coşkun Koçyiğit

Şub 05

CAN

CAN

* * *

Maddenin varlığı insan içindir

Dikkat edin hepsi biçim biçimdir

Bütün insanlarda din bir seçimdir

Her an teyakkuzda bilim ordum can

* * *

Hakikat aşkını doğdum, aradım

Kötü düşünceyi boğdum, aradım

Fikirleri oğdum, oğdum aradım

Kâinat ehline sual sordum can

* * *

Akıl edemedi pek çoğu aklı

Özünde, sözünde kibir, kin saklı

İnsanlar insanla kanlı bıçaklı

Bir zaman alevdim, ateş, kordum can

* * *

Kef ile yazılmış kudrette adım

Kederden bir türlü kurtulamadım

Kaderime, kahır değil maksadım

Bir ömür her şeyi hayra yordum can

* * *

Yaşamak hünerdi, yaşamak zordu

Her anım, her günüm kıpkızıl kordu

O, lanetli şeytan karşımda durdu

Kendi bedenimi kendim vurdum can

* * *

Kenan Şahbaz

Şub 04

GÜLEK / GÜLEK YAYLASI

GÜLEK

* * *

Eğilmez dik başı, bükülmez dizi

Her yanda kahraman, yiğit, mert, izi

Andırır üstünde gökler denizi

Yüce Toroslar’ın Hanısın Gülek

* * *

Bütün zorluklara göğüs geren sen

Gülek Boğazı’yla geçit veren sen

Bilgelik, yiğitlik ilmi deren sen

Yurdun gururusun, şanısın Gülek

* * *

Çamın kokusudur başı döndüren

Her an düşmanlığı, kini söndüren

Bütün gönüllerde derdi dindiren

Ruhların sultanı, tınısın Gülek

* * *

Başkadır baharın, başkadır yazın

Zirveye koşturur sevgide hazın

Zaferle anılır o Karboğazın

Yiğit Toroslar’ın canısın Gülek

* * *

Bir yayla havası mevcut huyunda

Zemzemin tadı var bil ki suyunda

Eşsiz kahramanlık senin soyunda

Asil Türk ırkının kanısın Gülek

* * *

Mazlum gönüllerin ah-ı da sensin

Mehtabın, yıldızın mah-ı da sensin

Yörede yaylanın şahı da sensin

Akıl şafağının tanısın Gülek

* * *

Kenan Şahbaz

GÜLEK YAYLASI

* * *

Her anı şafağı, tanı andırır

Bedende raks eden kanı andırır

Aşk ile canlanan canı andırır

Doyumsuz huzurun budur âlâsı

Orta Toroslar’da Gülek yaylası

* * *

Bir ana, ovayı kucaklar sanki

Saadet kaynatır ocaklar sanki

Yıldızla arkadaş bucaklar sanki

Suyu, havasıyla hasların hası

Orta Toroslar’da Gülek yaylası

* * *

Gülek boğazıyla her şartta burda

Vatanı kurtaran irşat da burda

O, kahraman yiğit Kürşat da burda

İşte budur, asil Türk’ün tuğrası

Orta Toroslar’da Gülek yaylası

* * *

Şahin bakışıyla nöbette bekler

Ülkenin şanına, şanını ekler

Zaferlere muştu olur dilekler

Dimdik ayaktadır hâlâ kal’ası

Orta Toroslar’da Gülek yaylası

* * *

Kahraman o dağlar, silinmez izler

Gülek, gece-gündüz ovayı gözler

Gülek’te yaşanır ölümsüz gizler

Hazır, her an parlar akıl palası

Orta Toroslar’da Gülek yaylası

* * *

Adana’ya yolu su gibi akar

Ankara sevdası gönlünü yakar

Mersin’e şefkatle ve şanla bakar

Canların, ruhların şanlı cilası

Orta Toroslar’da Gülek yaylası

* * *

Kenan Şahbaz

Şub 03

BÜYÜMEYEN TÜRK MİLLİYETÇİLERİ

BÜYÜMEYEN TÜRK MİLLİYETÇİLERİ

Türk milliyetçiliğinin önündeki en büyük engellerden birisi, hiç şüphe yok ki milliyetçi gençlere alan açmakta direnen ‘yaşça’ büyükleri!..

“Yusuf Akçura ‘Üç Tarz-ı Siyaset’i yazdığında 28 yaşındaydı” desek umurunda olmayacak olanların, mazbata garantili milletvekilliği, yöneticilik veya başkanlık söz konusu olduğunda sırayı kapmak için birbirlerini nasıl ezdikleri üzücü bir gerçek…

Temsil noktalarındaki yaş ortalamasına baktığımızda Türk milliyetçiliği, diğer siyasî akımlar içinde muhtemelen en yaşlı hareket!.. Gençlerin dinamizmini ve enerjisini harekete kazandırmak yerine koltuklarda oturmak için ‘bitmeyen bir iştah’ işgalci gibi duruyor…

***

Enver Paşa, ateşler içinde geçen 40 cephenin ardından Türkistan’da inançları uğruna devasa bir düşmana saldırırken şehit düştüğünde 40 yaşındaydı… Ve sanki 40 asır yaşamıştı… Şimdi milliyetçi çevrelerde 40 yaşındakilere neredeyse reşit gözüyle bile bakılmıyor, ‘büyükler’ tarafından!..

Donmuş, çağı ıskalamış, muhtemelen akıllı telefonun sadece tuşlarını kullanabilen kimi ‘büyükler’, Türk milliyetçiliğinin önderlerinden Ziya Gökalp’ın İbrahim Paşa’nın eşkıyalıklarına karşı Diyarbakır Telgrafhanesi’ni işgal ettiğinde 30’lu yaşların başında olduğunu biliyorlar mı acaba?

Gökalp, o yaşlarda İttihat Terakki’nin Diyarbakır şubesini kurdu, Peyman gazetesini çıkardı… İlham aldığı Hüseyinzade Ali Turan, Türk milliyetçiliği adına çok genç yaşlardan itibaren bir dünya sığdırmıştı hayatına…

Nihal Atsız, çıkardığı Orhun dergisi, Bakanlar Kurulu kararıyla kapatıldığında henüz 28 yaşındaydı… Halil Kut, Kut’ül Ammare’de İngiliz ordularını esir aldığında yaşı 36’ydı…

Mustafa Kemal Atatürk, Marmara’dan İstanbul Boğazı’na doğru ilerleyen işgalci gemileri için “Geldikleri gibi giderler” dediğinde 37, milletin mukadderatı ve vatanın selameti için ateşten denizde Bandırma vapuruyla yola çıktığında 38 yaşındaydı…

Tarihin en büyük Türkçü aydınlarından Gaspıralı İsmail, Rum isyanı bastırmak isteyen Osmanlı Devleti’ne yardım için Moskova’daki Harp Okulu’ndan kaçıp İstanbul’a gitmek isterken yakalandığında daha 16 yaşındaydı…

Bugün Azerbaycan Türklerinin büyük saygıyla andıkları Nuri Paşa, Kafkas İslam Ordusu’nun başına geçerek Bakü’yü Ermeni çeteleri ve Bolşeviklerden kurtardığında yaşı 30 bile değildi…

Vatan şairi Namık Kemal, Tasvir-i Efkâr’ın başına geçtiğinde 25 yaşındaydı… Vatan Yahut Silistre’yi yazdığında ise 33… Ardından Magosa sürgünü… Sonra Hürriyet Kasidesi, sonra yine sürgün…

Zeki Velidi Togan, Başkurdistan’ın Bolşevik işgalinde hapse düştüğünde 28, Basmacı Hareketi içinde savaşa girdiğinde ve Türkistan Millî Birliği’ni kurduğunda 30’lu yaşlardaydı…

***

Türk milliyetçiliğinin bugün de gençliğin enerjisine ihtiyacı var… Tabii önce ‘kontenjan senatörü’ gibi kurulmuş kimi ‘yaşlılar’ın bu anlamda ihtirastan sıyrılıp alan boşaltmalarına…

Özgeçmişlerinde 3 kez, 5 kez milletvekili seçilmiş veya belediye başkanı olmuş ya da milliyetçi parti ve STK’ların başında kalmış, gençleri çok da ciddiye almamış statik anlayışlar var… Bir anlamda ‘işgalci’ olduklarının ya farkında değiller veya yaşlandıkça ihtiras artıyor…

Alıntı: https://www.yenicaggazetesi.com.tr/buyumeyen-milliyetci-cocuklar-752909h.htm

Şub 01

ALTIN SÖZLER

ALTIN SÖZLER

* “Ahlakın ahlaksızların elinde oyuncak olduğu bir toplumdan hayır bekleme.” Hz.Ali

* “Bilimin temelindeki felaketi körüklüyoruz. Bilim, birkaç kişinin diğerlerine ‘senden daha çok şey biliyorum’ dediği seçkinci, fırsatçı bir dayatma haline gelirse, bu bilim değildir, totaliterliktir ve bilimsel yöntemle hiçbir ilgisi yoktur.” Loannidis

* “Özgürlük ve bağımsızlık benim karakterimdir.” Mustafa Kemal Atatürk

* “Haset, kıskançlık, hırs, her türlü açlık, bunların tümü tutkudur. Sevgi ise zorlama olmadan sadece özgür olunduğunda yaşanabilen, insan gücünü somutlayan bir eylemdir Erich Fromm

* “Yeterince hırsızlık yaparsan, çaldığın paralarla seni aziz ilan edecek bir kilise satın alabilirsin.” Uruguay asıllı Fransız şair Comte de Lautreamont

* “Bir şey yanlışsa, o yanlışa milyonlarca kişi o yanlışa inanmış olsa da, o şey yine yanlıştır.”Bertrant Russell

* “Hayatta en büyük pişmanlık, pişman olurum diye yapmadıklarımızdır.”Tolstoy

* “Kendisini başkalarının kurtarmasını bekleyen kişiler yalnızca kölelerdir.” Voltaire

Oca 29

VATANA İHANET NEDİR?

VATANA İHANET NEDİR?

PKK terör örgütünün başı Abdullah Öcalan, ABD tarafından Türkiye’ye teslim edildiğinde, halk arasında müthiş bir sevinç ve heyecan dalgası oluşmuştu. Ben, durumu şüpheli bulmuş ve bu kadar sevinmeye bir anlam verememiştim. Dönemin Başbakanı Bülent Ecevit bile daha sonra “Amerika, Apo’yu neden verdi, anlamadım” diyecekti.

Nitekim Apo’yu Türkiye’ye veren ABD, yeni bir kurguyla bugün Suriye’nin kuzeyinde bir PKK devleti kuruyor, üstelik bunu sağlamak için de Türk ordusunu, PKK/PYD bölgesine sokmuyor. Irak’ta konuşlanmış Türk birliklerine saldırsınlar diye Suriye’nin Kamışlı bölgesinden özel ekipler gönderiyor. Bunu kamuoyuna duyuruyorum, Nejat Eslen dışında kimseden çıt çıkmıyor!

Oysa ülkenin geleceği ancak ve ancak halkın doğru bilgilendirilmesi ile kurtarılabilir, yoksa halk ebediyen uyutulmuş olur…

Haberleri halktan saklamak vatanseverlik değildir! Kimden neyi saklıyorsunuz?

Diğer taraftan 28 Şubat davasında uzun süre tutuklu kalıp sonuçta beraat eden emekli Albay Alican Türk“TSK içine tarikat ve cemaatleri yerleştirmeye kalkmak vatana ihanettir. Yapan vatan hainidir. Hiç tereddütsüz öyledir ve bunun başka açıklaması da yoktur!” diyor.

Tabii konuya saf bir siyasal İslamcı gözüyle bakarsanız, ihaneti göremezsiniz. Burada söz konusu olan Türk istiklal ve cumhuriyetini korumaktır. Tarikat ve cemaatlerle, orduyu bozar, halkı da birbiri aleyhine kin ve düşmanlığa sürüklersiniz. Tıpkı FETÖ gibi.

Bu sebeple, vatana ihanet nedir, vatanseverlik nedir; bunları herkesin kendi vicdanında iyi tartması gerekir…

Alıntı

Eski yazılar «

» Yeni yazılar