Şub 25

“VEDA HUTBESİ” UNUTULUR MU?

“VEDA HUTBESİ” UNUTULUR MU?

Diyanet’in 23 Şubat 2024 Tarihinde Ülke Genelindeki Cuma Hutbesi:
“BERÂT GECESİ: GÜNAHLARDAN ARINMA VESÎLESİ” olsun olacak…
“BERÂT GECESİ” ilahiyatçıların açıklamalarına göre Peygamberimizden 450, 500 yıl sonra icat edilmiş. Yani Emeviler döneminde bile yok.


Cuma hutbesinde bahsettiği “BERAT GECESİ” günahlarımız af mı olacak?
Oysa bu cumanın hutbesi konusu “VEDA HUTBESİ” olmalıydı.
23 Şubat 632 yılında Asr-ı Kâinat Peygamberimizin bizlere bir nasihat olarak bıraktığı Veda Hutbesinin 1392. Yılı.
Peygamberimiz veda hutbesinde;
“Ey müminler! “Size iki emanet bırakıyorum, onlara sarılıp uydukça yolunuzu hiç şaşırmazsınız. O emanetler Allah’ın Kitabı Kur an-ı Kerim ve Peygamber’inin sünnetidir.”
Buyurmuştur…
Bugün Veda Hutbesinin yıl dönümüydü…
Arap’ın örf ve adetlerine değil Peygamberimize ümmet olmayı nasip eyle Tanrım…
Bir TÜRK olarak, Peygamberimizin sünneti ve Kuran-ı Kerim üzere yaşayanlardan olmamızı nasip et bizlere.

On bir ayın sultanı, Ramazan ayının müjdecisi BERAT Kandiliniz kutlu, mübarek olsun

Şub 21

KADERİMSİN

KADERİMSİN

* * *

Öyle bir sevdadır ki onca asır deminde

Kaygısız yaşanmalı bu sevda her zeminde

Binlerce asır önce hem ruhlar âleminde

Yazılmışsın alnıma kaderimsin kaderim

* * *

Sonsuz bir kabuldür bu, bedende de serde de

Bildiklerim içinde hayırda da şerde de

Yalnız dünyada değil belki de mahşerde de

Yazılmışsın alnıma kaderimsin kaderim

* * *

Yetmiyor anlatmaya bilinen bunca diller

Ötüyorken bülbüller, şevkle açıyor güller

Şu gönlümü mest eder, sevgideki öz yeller

Yazılmışsın alnıma kaderimsin kaderim

* * *

Bir kasırga, karayel essen de gidemem ki

Ömrümü yudum yudum içsen de gidemem ki

Sen bana darılsan da, küssen de gidemem ki

Yazılmışsın alnıma kaderimsin kaderim

* * *

Tiryakilik, tutku mu bu beni esir eden?

Yâri gördüğüm anda aklım başımdan giden

Bu bir alınyazısı yaşantıma akseden

Yazılmışsın alnıma kaderimsin kaderim

* * *

Kenan Şahbaz

Şub 19

ARANIZDA ROMEN DİYOJEN’İN AKRABASI VAR MI?

ARANIZDA ROMEN DİYOJEN’İN AKRABASI VAR MI?

Selahattin Demirtaş’ın mahkemede söylediklerine bakın: “Türkler anavatanım Kürdistan’a bin yıl önce geldiler… Anavatanım Kürdistan’ı zorla işgal eden bu devlettir… Anlaşmayı bozan devlettir…”

2012 yılıydı… Yine gündem Gazze’ydi ve İsrail bugün olduğu gibi Gazze’yi ve sivilleri vuruyordu… Aynı dönemde Türkiye’de de Apo’ya destek için cezaevlerinde açlık grevleri vardı… O günün siyasal İslâmcılarının bir kısmı, Gazze konusunda tepki koyan diğer siyasal İslâmcıları samimiyetsizlikle suçluyorlardı…

Çünkü onlara göre Türkiye ‘tağutî bir rejime sahip olduğuna göre, Türk bayrağı da ‘şirk’i temsil ediyordu!.. ‘Türk’ ve ‘Türkiye’ kavramlarıyla İslâmcılık yan yana olamazdı!.. Dolayısıyla Gazze’den önce T.C.’ye bakılmalı, Kürdistan’ı görmeli, açlık grevlerine destek verilmeliydi!..

***

O zaman bu sütunda gerçeğin altını çizmişiz: Gazze’yi bizim güneydoğumuzla ilişkilendirmek, hem Filistin’e ihanettir, hem de tarihe… Çünkü Filistin meselesi, dışarıdan gelen bir güç tarafından işgal edilmiş toprak ve zulüm meselesidir… Bu açık bir gerçektir ve bizim güneydoğu meselemizle uzaktan yakından benzerlik taşımaz…
Türkler bu coğrafyaya gelip yerleşene kadar bir çok kavimle savaştılar, bir çok devletin egemenliğine de son verdiler ama göçler, savaşlar ve yurt edinmeler sırasında, sadece Anadolu önlerinde değil, Orta Doğu’nun herhangi bir yerinde Kürt diye bilinen herhangi bir toplulukla savaş etmediler…

Türkler, tarihte, yeryüzünün herhangi bir bölgesinde Kürt hâkimiyeti vardı da, o hükümranlığa son vermiş değiller… Üzerinde Kürt egemenliği bulunan bir santimlik toprağı, savaş, ticaret veya kız alma-verme yoluyla egemenlik alanlarına katmış da değiller…

***

Tekrar tekrar ifade edelim: Bin yıllık hesapları karıştırsak, belki birçok milletle, diğer birçok Türk topluluğuyla veya tarihten silinmiş olan devletlerle hesabımız çıkar da, her şeye rağmen bizden ayrı görmek istemediğimiz Kürtlerle asla bir hesap çıkmaz…

Biz Diyarbakır’ı, Van’ı, Hakkâri’yi, Bitlis’i vatanlaştırırken üzerlerinde var olan bir Kürt egemenliğine mi son vermişiz? Kesinlikle hayır!.. Bugün bizimle beraber yaşama iradesi koyup PKK’ya bizim kadar düşman olan Kürt kardeşlerimizin de, bizden farklı düşünenlerin de yoğunlukla yaşadığı toprakları, yani Demirtaş’ın “1516’da ikiye bölündü” dediği sözde Kürdistan da dâhil toprakları ya küffar milletinden teslim aldık ya kendi kandaşlarımızdan ya da Arap hâkimiyetinden…

Tabii ki asla mümkün ve doğru değil de, eğer bir işgalden, bozulan bir anlaşmadan, bir haktan söz edeceksek, (Demirtaşgiller’le değil) Romen Diyojen’in torunlarıyla masaya oturmamız gerekiyor!..

Aksi hâlde aynı soruları soracağız: Yoksa Sultan Alparslan’ın Malazgirt’te yendiği Romen Diyojen (Demirtaşgiller’dendi de) bizim haberimiz mi olmamıştı? 1071’de yenilen Bizans İmparatorluğu, aslında Romalı taklidi yapan (Demirtaşgiller’in) devleti miydi?

***

Türkiye Cumhuriyeti işgalciymiş!.. Bunu Türklere karşı savaş kaybedenlerin varisleri değil, konuyla ilgisi hiç olmayıp terör örgütüne siyasi alan açmaya çalışan diller söylüyor!.. Kimi Arapların “Türkler bizi 500 yıl sömürdü” demeleri gibi saçma bir durum… Sanki develerini sağmışız!.. Bunların da olmayan egemenliklerine son vermişiz, işgalci olmuşuz!.. Komik ama gerçek!..

Kaynak: Servet Avcı

Şub 17

ALTIN SÖZLER

ALTIN SÖZLER

* “Ruhunuzun ışığını canlı tutmak, dünyadaki en büyük mücadeledir.” Robert Burton

* “Düşüncülerini değiştirmeyen insanlar cahillikleriyle mutluymuş gibi yaşarlar.” Albert Einstein

* “, Savaş meydanlarında kazanılan zaferler ekonomik zaferlerle taçlandırılmazsa siyasi istikbaliniz her zaman tartışma konusu olur.” Mustafa Kemal Atatürk

* “Dünyanın en zeki insanı da olsanız, bulunduğunuz ortam vasat ve vasatın altındaki kimselerden ibaret ise, düzeyinizi koruma imkânınız yoktur. Hepimiz, birlikte en çok zaman geçirdiğimiz beş kişinin ortalamasıyız.” Jim Rohn

* “Bütün insanlık tarihi boyunca, sıradan insanların iyiliğiyle ilgilenen bir siyasi elit hiç olmadı. Ve şimdi de durum farklı değil. Bir tiranlıktan çıkış yolu bekleyemezsiniz. Bu, sizi yemesi umuduyla devasa bir timsahı beslemeye benzer. Sıra sana gelecek…” Christine Anderson

Şub 15

“BİR ÜLKE NASIL PAYLAŞILIR?”

“BİR ÜLKE NASIL PAYLAŞILIR?”

2002 seçimlerinden günümüze kadar somut olarak ne yaşadığımızı farklı bir yöntemle anlatmak istiyorum…

Aslında beni böyle bir yazı yazmaya sevk eden, Avustralyalı gazeteci ve film yapımcısı John Pilger’in, 84 yaşında Londra’da hayatını kaybetmesi oldu. Yeniçağ’ın çıktığı günden beri bu sütunu takip edenler, Pilger’in ne kadar değerli bir gazeteci olduğunu hatırlayacaktır.

AKP iktidarının henüz ilk yılıydı ve gazeteci John Pilger’in Endonezya’nın nasıl yağmalandığını da anlatan “Dünya’nın Yeni Efendileri, Küresel Yağmacılığın Gerçek Yüzü” adlı kitabından geniş alıntılar yaparak “Strateji” sayfasında incelemiş ve ayrıca 14 Mayıs 2003 tarihli Yeniçağ’da “Tayyip Erdoğan Suharto’nun yolunda!” başlıklı bir yazı yayınlamıştım. O sırada Erdoğan, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı olarak her yabancı ülke veya uluslararası şirket temsilcisi ile görüşmesinde Türkiye’nin bir ekonomik varlığını pazarlıyordu. Maliye Bakanı Kemal Unakıtan da devir-teslimleri en hızlı şekilde gerçekleştireceklerini söylüyordu… Türkiye bir büyük savaşı kaybetmiş gibi yabancı şirketler tarafından yağmalanıyordu…

***

John Pilger ise kitabında Endonezya’nın nasıl yağmalandığını şöyle anlatıyordu:

“Kasım 1967’de Endonezya artık adeta avuç içine alınmış ve ganimetler dağıtılmaya başlanmıştı. The Time-Life şirket ortaklığı, Cenova’da, Endonezya’nın dünyanın dev şirketlerine nasıl parselleneceğinin tasarımının yapıldığı üç gün süren bir konferansa sponsorluk yaptı. Katılımcılar arasında David Rockefeller gibi dünyanın en güçlü kapitalistleri vardı. Toplantıda bütün dev şirketler temsil edilmişti: Belli başlı petrol şirketleri, bankalar, General Motors, Imperial Kimya Endüstrisi, Leyland, British-American Tobacco, American Express, Siemens, Goodyear, International Paper Co. ve US Steel… Masanın öbür ucunda ise Rockefeller’ın ‘Endonezya’nın en iyi ekonomistleri’ dediği Suharto’nun adamları oturuyordu.

Konferansın ikinci günü, Endonezya ekonomisi sektör sektör dilimlere ayrılıyordu.

Freport şirketi Batı Papua’da bakır madeni aldı. Bu şirketin yönetiminde Henry Kissinger vardı… Bir Amerika-Avrupa konsorsiyumu, Batı Papua’nın nikel kaynaklarına el koydu. Dev Alcoa şirketi ise Endonezya’nın boksit rezervlerinden en büyük dilimi kaptı. Bir grup Amerikan, Japon ve Fransız şirketi Sumatra, Batı Papua ve Klimantan’ın tropik ormanlarını aldı. Yabancı yatırımları düzenleyen bir kanun Suharto tarafından aceleyle çıkarılarak, bu yağmalama en az beş yıl vergiden muaf tutuldu.

Wall Street bütün olanları büyük bir fetih gibi görüyordu. Sukarno, Dünya Bankası’nı ülkeden kovmuş, petrol şirketlerinin gücünü sınırlandırmış ve Amerikalılara açıkça ‘Kredilerinizle cehenneme kadar yolunuz var!’ demişti. Fakat Suharto ile birlikte ülkeye, çoğu Dünya Bankası’ndan yüklü miktarda krediler girmeye başlamıştı. Dünya Bankası yetkilileri ülkenin kalkınması için gönderdikleri milyarlarca doları Suharto rejiminden bazı kimselerin cebe indirmesine göz yummuşlardı. Bunun altında da esas patron Batılı güçlere iktisadi imtiyazların tanınması ve ülke kaynaklarının peşkeş çekilmesi yatıyordu.

Endonezya’nın bugünkü borçlarının toplamı 262 milyar dolar olarak tahmin ediliyor. Bu rakam ülkenin gayrisafi yurtiçi hasılasının yüzde 170’i. Bu borcu bazen hayatlarına mal olsa da ödemeye devam edecek olanlar ise sıradan insanlar…”

***

Bu bilgileri verdikten sonra şöyle demiştik:

“Ne dersiniz?

36 yıl sonra, Tayyip Erdoğan da Suharto’nun yolundan gitmiş olmuyor mu?”

Aradan 21 yıl daha geçti. Erdoğan, Batılı dev şirketlerle Endonezya’dakine tıpatıp benzer toplantılar yaptı. “Yatırım Danışma Konseyi” adı altında düzenlenen bu toplantılar, medyada büyük bir başarı gibi sunuldu. Bu toplantılarda Türkiye’nin ekonomik değerleri, Endonezya modeliyle paylaşıldı.

Sonra da sıra nüfusu ve tapuyu değiştirmeye geldi!

Türk Milleti, 2024 yılında bu kötü talihini değiştirmek için çaba sarf etmelidir. Yoksa elinde uğrunda ölünecek bir vatan da kalmayacak…

Kaynak Arslan Bulut

Şub 13

“O KADARCIK AKIL TERMUSTA DA VAR”

“O KADARCIK AKIL TERMUSTA DA VAR”

Tatlıses’in İbo şov’u yaptığı eski dönemde programa bir profesör konuk olmuş, Tatlıses her zamanki boş konuşan tavrıyla:

“Profesör bey, siz okumuş adamsınız, bilirsiniz. Termosa soğuk su koyduğumuzda suyu soğuk tutuyor, sıcak su koyduğumuzda suyu sıcak tutuyor….

Termos suyun soğuk ya da sıcak olduğunu nasıl anlıyor?”

Profesör cevap verir:

“Çok basit! Siz elinizi suya soktuğunuzda onun sıcak veya soğuk olduğunu anlamaz mısınız?”

Tatlıses: “Anlarım ama benim aklım var?”

Profesör cevap verir:

“Eee,  o kadarcık akıl termosta da var.” .

Şub 11

“İNSANLIK NİÇİN BU KADAR APTALLAŞTI?”

“İNSANLIK NİÇİN BU KADAR APTALLAŞTI?”

Modern davranışlarına 50 bin yıl önce kavuşan insan; beyin ve zeka olarak genetik değişimine uygun hızla evrilseydi şu anda galaksiler arasında seyahat ediyor olurduk.

-.Mısır İmparatorluğu dönemi fizikçi ve gök bilimci Kamose-Menes,anıt mezarların ve piramitlerin ölümden sonra kimseyi canlandırmayacağını söylediği için öldürüldü. Soyu devam etmedi.

-Antik Mısır’ın diğer bir filozofu Amentebat,”insanları mumyalayarak öbür dünyaya gönderemezsiniz” dediği için ailesi ile birlikte yok edildi. Soyu devam etmedi.

-Romalı Flavus Lucretius Claudius, matematikçi, gökbilimci ve filozof; Roma Tanrı’larının masal olduğunu söylediği için katledildi. Soyu devam etmedi.

-Antik Yunanlılar, devrin en büyük filozofu Sokrates’i,2500 yıl önce Yunan tanrılarına inanmadığı için öldürdüler. Soyu devam etmedi.

-Giardano Bruno, italyan filozof.Kapalı evren görüşünü ilk reddedenler arasında. Dünya güneş etrafında dönüyor dediği için Kilise tarafından Roma’da diri diri yakıldı. Soyu devam etmedi.

-Sadece Avrupa engizisyon mahkemelerinde 50.000 aydın, düşünür, filozof, sanatçı yakıldı. Soyları devam etmedi.

-Paleolitik Çağ’dan itibaren son 40 bin yılda istatistiksel olarak sayıları 143 milyon olarak hesaplanan üstün zekâlı insan “Dinlere, Tanrı’lara, dogmalara, tabulara, masallara” inanmadığı için öldürüldü ve hiç birisinin soyu devam etmedi.

Soyları devam etseydi bugün dünya insan popülasyonunun yüzde 5’i değil yüzde 35’i üstün zekalı olacaktı.

Endülüs ve İskenderiye kütüphaneleri yanmamış, bilim, sanat, felsefe üreten değerli insanlarla birlikte fosil yakıt yakmadan, daha temiz bir dünyada yaşıyor olacaktık. Bizim de zeka seviyemiz bugünkü aptal halimizle kıyaslanmayacak kadar yüksek olacaktı.

Akşam sokağa çıkınca birbirinize bakın ve bilin ki hepimiz geride kalan düşük zekalı insanların torunlarıyız. Akıllı, üstün zekâlı nesil tarih boyunca yobazlar tarafından öldürüldü. Akıllı ve zeki insanların genleri bize aktarılamadı…

Geçenlerde biri bir “tweet” atmış, şöyle diyor: “Cübbeli ile Stephen Hawking aynı zaman diliminde yaşadılar, bizim hissemize Cübbeli düştü…”

Peki, bu bir rastlantı mı? Asla değil!

“Ne ara bu kadar aptallaştık?” sorusuna bir öğrencinin cevabı;

“Doğum kontrolü negatif evrime yol açtı! Akıllı insanlar doğum kontrolü yaptığı için, daha da azalırken, aptallar kontrolsüz biçimde çoğaldı…!”

Olayı anlayabilmek için Antik Yunan’a dayanarak Rönesans’ı, Rönesans’a yaslanarak “Aydınlanma Hareketini” yaratan, ardından 1776 Amerikan Devrimi ve 1789 Fransız İhtilalini yapan Avrupalılar ve onların Amerika’ya göçenleri karşısında aynı zaman diliminde yaşayan, şu anda içimizden bazılarının pek özendiği Osmanlı ne yapıyordu, önce ona bakmak gerek.

Resim ve heykel sanatında Avrupa’da Leonardo Vinci, Rafaella, Michelangelo gibi dahiler yetişirken Osmanlı’da resim yapmak günah, heykeller ise put olarak kabul ediliyordu.

Dante, Shakespeare, Cervantes hümanist edebiyatın öncülüğünü yaparken Osmanlı’da tek edebiyatçı henüz yetişmemiş, daha sonraları bin bir zorlukla getirilen Makyevel’in Prens adlı eseri bazı yöneticiler tarafından gizlice okunuyordu.

Bilim dünyasında Kopernik dünya merkezli evren kuramını çürütüp, dünyanın güneşin etrafında döndüğünü açıklamasıyla oluşturduğu bilimsel devrimden otuz yıl sonra Takiyüddin Efendi’nin Tophane sırtlarına kurduğu zamanın en büyük rasathanelerinden biri, III. Murat’ın emri, Şeyhülislamın fetvası ile “Tanrı’nın işine karışmak” gerekçesiyle kıyıdan top ateşine tutuluyordu.

Galileo, Kepler ve Newton’u sadece anımsatarak geçiyorum.

Felsefede Francis Bacon, Thomas Hobbes, John Locke, Rene Descartes, Spinoza gibi isimler dünyayı algılamak için çaba sarf edip, birlikte yaşamanın kurallarını koyarken, biz çoktan felsefecileri zındık ilan etmiş, felsefe ile de uğraşmayı yasaklamıştık.

Sanat, edebiyat, bilim ve felsefe alanında yaya kalıp, matbaayı bile üç yüz sene sonra kurarak bilginin yayılmasını önlersen, senin topraklarına Hawking düşecek değil ya!

Velhasıl bu toprakların bahtsızlığı çok öncelerden yazılmaya başlanmıştır.

Mustafa Kemal 1923 aydınlanması ile bunu kırmak istemiş, okuma yazma bilmeyen, cahil bırakılmış bir toplumda aydınlanma olamayacağını anlamış ve önce okuma yazma seferberlikleri oluşturulmuştu.

Köy Enstitüleri bu aydınlanma kavgasının başlangıcıydı, toprak ağaları izin vermedi.

Seksen senedir yeniden karanlık bir çukura çekilmekte bu ülke.

YÖK Denetleme Kurulu Üyesi bir “Profesör”ün, “ben cahil halkın ferasetine güveniyorum” sözü ile özetlenebilecek sona doğru koşar adım gidiyoruz.(Alıntı)

Alıntı

Şub 09

KELİLE VE DİMME’DEN

KELİLE VE DİMME’DEN

Bir gün kedi, avcının kurduğu tuzağa yakalanmış. O sırada yiyecek aramak için yuvasından çıkan fare, kediyi o halde görünce önce sevinmiş ama arkasına dönüp baktığında onu kapmaya hazır bir gelincik ve ağacın tepesinde gözleriyle onu takip eden bir baykuş görmüş. Hemen kedinin yanına giderek, kendisine dokunmama sözü vermesi halinde avcı gelene kadar iplerini kemirerek onu kurtarabileceğini söylemiş. Kedi öneriyi kabul etmiş. Gelincik ve baykuş kedinin yanına yanaşamamışlar. Fare, ip kemirme işini ağırdan alarak son ipi koparmamış. Avcı gelince, fare son ipi de koparmış, avcıyla burun buruna kalan kedi, ağaca ancak tırmanabilmiş, gelincik ve baykuş kaçmış, fare ise hemen bir yarığa sinmiş… Böylece fare, en büyük düşmanı kediyle geçici ve kontrollü ittifak yaparak ölümden kurtulmuş…

Ülkemizdeki siyaset, Hintli filozof Beydeba‘nın 2500 yıl önce yazdığı Kelile ve Dimne‘deki, avcı, kedi, fare, gelincik ve baykuş oyununa benzedi.

Şub 07

ŞEYTANIN EMRİNDEKİ SAPIKLAR

ŞEYTANIN EMRİNDEKİ SAPIKLAR

Jeffrey Epstein davası, New York’ta yer altında bulunan tüneller, kaçırılan kız ve erkek çocuklar, Hollywood denen fitne fücur çukurunda cesur bir heccavın “sapıkları” gözlerine bakarak ifşası, 6 Şubat depremlerinde kaybolan onlarca çocuğun bu kan içici sapıkların insafına terk edilmek üzere jetlerle götürüldüğü iddiası ve daha neler neler…

İnsanın içi kabarıyor, kalbi sıkışıyor. Midesi bulanıyor. Bir zalimin elinde çaresizlik içinde kıvranan bir ‘sabi’ aklına geliyor ve patlayacak gibi oluyor ama ne Amerika’da, ne Doğu Türkistan’da, ne Gazze’de ne de dünyanın başka yerinde sürüp giden zulümleri durdurabiliyoruz.

Ne demişti komedyen Ricky Gervais 2020 Altın Küre Ödül Töreni’ndeki konuşmasında: “Fakat bu gece, sadece kamera önündekiler ile ilgili değil. Bu salonda dünyanın en büyük TV ve film yapımcıları var. Her kesimden insan var. Ama hepsinin ortak bir noktası var, hepsi de Ronan Farrow’dan (Tacizleri yazan gazeteci) korkuyor. Sizin için geliyor… Hepiniz adına konuşuyorum sapıklar. Bu şovu izlemek yerine benim dizim After Life’ın tüm sezonunu izleyebilirsiniz. Dizinin konusu karısı kanser olduğu için kendini öldürmek isteyen bir adam. Ve buna rağmen bu ödül töreninden daha eğlenceli. İkinci sezon için detay vereyim o kendini öldürmüyor. Tıpkı Jeffrey Epstein gibi. Kesin sesinizi, hepinizin arkadaşı olduğunu biliyorum bu adamın.

Amerika’da, Avrupa’da ve dünyanın pek çok yerinde pek çok kişi eskiden beri bu olayları biliyor, hatta bir ucundan bu olaya bulaşıyor. Konu sadece sapıkça zevkler değil. Bu ruhsuz, Tanrıtanımaz zavallılar ölümsüzlük peşindeler. Bunun için onlara “Annenizin mezarını açıp kemiklerini öğütüp için!” deseler onu da yapacak kadar Şeytanın emrine girmişler.

2021 yılında ölümsüzlük araştırması yapanlar, laboratuvarlar kuranlar için ne demişti Elon Musk: “İnsanların ölmesi gerek!” ve “Bu işe yaramazsa Bezos ölüme dava açacak!

Alıntı: Coşkun Koçyiğit

Şub 05

CAN

CAN

* * *

Maddenin varlığı insan içindir

Dikkat edin hepsi biçim biçimdir

Bütün insanlarda din bir seçimdir

Her an teyakkuzda bilim ordum can

* * *

Hakikat aşkını doğdum, aradım

Kötü düşünceyi boğdum, aradım

Fikirleri oğdum, oğdum aradım

Kâinat ehline sual sordum can

* * *

Akıl edemedi pek çoğu aklı

Özünde, sözünde kibir, kin saklı

İnsanlar insanla kanlı bıçaklı

Bir zaman alevdim, ateş, kordum can

* * *

Kef ile yazılmış kudrette adım

Kederden bir türlü kurtulamadım

Kaderime, kahır değil maksadım

Bir ömür her şeyi hayra yordum can

* * *

Yaşamak hünerdi, yaşamak zordu

Her anım, her günüm kıpkızıl kordu

O, lanetli şeytan karşımda durdu

Kendi bedenimi kendim vurdum can

* * *

Kenan Şahbaz

Eski yazılar «

» Yeni yazılar