Mar 07

ALTIN SÖZLER

ALTIN SÖZLER

* “Ulu Tanrı, Türk’ün gönlüne her şeyden önce, hatta kursağına ekmek koymadan evvel Türklük sevgisini koy! Oğuz Kaan Duası

* “Türklerin yolları islam ile kesilebilir, bu milleti ne kadar karanlığa itersek bölgedeki çıkarlarımıza o kadar hizmet etmiş oluruz.” Joseph Grew

* “Türkler bir devlet kurdu, bir asker yeniden Türkleri diriltti. Ancak ”Kutsal Amaç” hedefimizden vazgeçmeyeceğiz. Türkleri islamla yıkacağız. İngiliz İstihbaratı’nın birinci görevi budur.” Lloyd George

* “Acı duyabiliyorsan, canlısın. Başkalarının acısını duyabiliyorsan, insansın.” Tolstoy 

“Aydını olmayan millet, ahlâksız kadın gibidir! Onsuz halk, halk değildir; Aptal bir sürü gibidir.” Kazak düşünür Muhtar Sahanov  

* “Cahil insan her sözünde kendini aklar. Âlim insan her sözünde kendini yoklar.” İbni Arabi* “Yalan söylediklerini biliyoruz, yalan söylediklerini biliyorlar, yalan söylediklerini bildiğimizi biliyorlar, yalan söylediklerini bildiğimizi bildiklerini biliyoruz, ama hâlâ yalan söylüyorlar. Soljenitsin                                                

Mar 05

ŞERİAT

ŞERİAT

Ünlü ilâhiyatçı Prof. Dr. Abdülkadir Şener Hocanın “şeriat” konusunda açıklamaları:

“Şir’at” ve “Şerîat” kelimeleri Arapça olup sözlükte; pınar, kuyu ve gölet gibi suyun bulunduğu yerlere giden “yol” anlamına gelmektedir.

İslâm hukuku terimi olarak Şerîat ve Şir’at, Kur’ân ve sahih sünnette yer alan hükümler (normlar) diye ifade edilmektedir. Maide suresi 5/48’de: “Bilin ki Biz sizden her topluma bir “şir’at”, (yol) ve yöntem verdik.”, Casiye suresi 45/18’de: “Sonra senin için de uyacağın bir “şerîat” (yol) belirledik.” buyrulmaktadır.

“Fıkıh” kelimesi de Arapça olup sözlükte, anlamak, bilmek, kavramak gibi anlamlara gelmektedir. Bu her iki terim de dilimize ve diğer dillere “İslâm hukuku” diye çevrilmektedir. Oysa bu iki deyim arasında, eski dille söylersek, “Umum husus min vecih vardır.”; yani bu iki deyimden her biri, kapsam itibarıyla bir yönden genellik ve diğer yönden özellik ifade eder. Şerîatın kapsamı dar, fıkhın kapsamı geniştir. Elbette iç içe yönleri de var. Diğer bir deyişle, Şerîat İslâm hukukudur, fıkıh ise Müslümanların hukukudur denilirse, daha doğru olur, zorlamaya gerek yok, diye düşünüyorum.

Zira Kur’ân ve sahih sünnetteki hukukî hükümler sınırlı sayıdadır. Olaylar ve işlemler ise sınırsız ve değişkendir. Dolayısıyla ortaya çıkan yeni olaylar ve sorunlar için içtihada, yorumlara gerek duyulmuş ve “fıkıh ilmi” adıyla bir bilim dalı oluşmuştur. 1400 yıllık bir süreçte oluşan fıkıh ve fakihlerin (hukukçuların) içtihat, kıyas ve yorumlarından, örf ve âdetlerden oluşan fıkhî hükümler-kuralları, eşittir şerîat değildir, şerîatın beşerî yüzü ve Tanrısal olmayan veçheleridir. Üstelik bu hükümler ve kurallar, mezheplere, coğrafî bölgelere, toplumlara ve yıllara göre farklılıklar arz etmektedir. Hele o çağların anlayış ve şartlarının gereği olarak ileri sürülen ve benimsenen birtakım görüşlerin (kavillerin), fetvaların ve tercihlerin büyük kısmı ilelebet uygulanamaz. Çünkü “Zamanın değişmesiyle hükümler de değişir.” (Bkz. Mecelle m. 39).

“Âdil olan her hüküm (norm) İslam açısından da geçerlidir.” ilkesini benimseyerek, zamanla değişmesi icap eden ve günün şartlarıyla uyuşmayan fıkhî anlayış ve kurallar bir yana bırakılıp, yeni olay ve sorunlar için bilimsel esas ve çağdaş gelişmelere göre yeni fikirler, yeni görüşler ve âdil çözümler üretilmelidir. Kılavuzumuz, Kur’ân-ı Kerîm’in Hz. Peygamber’e hitap eden, dolayısıyla hepimize yönelik olan “(Yönetimle ilgili) işlerde onlarla (insanlarla) istişare et.” (Âl-i İmran 3/159) ve “Onların işleri aralarında şûrâ (danışma) iledir.” (Şûrâ 42/38) âyet-i kerîmeleri olmalıdır. “İstişare eden hüsrana uğramaz” özlü deyişini de belleğimizden silmeyelim. Nahl suresi 16/43: “Bilmiyorsanız bilenlere sorun.” ve Yusuf suresi 12/76: “Her bilgi sahibinin üstünde daha iyi bilen biri vardır.” âyet-i kerîmelerini de unutmayalım.

Prof. Dr. Abdülkadir ŞENER

Mar 03

EYİSİN EYİSİN

EYİSİN EYİSİN

Güneydoğu’nun bir köyünde kalabalık bir ailenin çocuklarından en küçüğü İstanbul’a kaçar. Aradan 20 yıl geçmiştir. Büyük şehirde dikiş tutturamayan çocuk evine döner. Ailesi çocuğu tanır ama ne hikmetse ismini unutmuştur.                                                                                     Anne-baba, kardeşler ve tüm akrabalar çocuğun adını hatırlayamaz. Bunu söyleyemezler. Ne yapıp ne edelim diye düşünürlerken bunu ancak Demirel bilir diye Ankara’ya Güniz Sokağı’na giderler. Çünkü Demirel bir seçim gezisi sırasında bu köye uğramış, onlarla sohbet etmiştir. Çocuk önde, aile arkada kapıdan girince çocuğu gören Süleyman Bey:

Ooo, Hasan gardeşim, hoş geldin, nassın eyi misin? Eyisin eyisin.

Mar 01

“DEMOGRAFİK YAPININ DEĞİŞTİRİLMESİ”

“DEMOGRAFİK YAPININ DEĞİŞTİRİLMESİ” 

Bulgaristan’da HÖH üyesi ve Avrupa Parlamentosu Avrupa için Liberaller ve Demokratlar İttifakı Eş Başkanı İlhan Küçük, partisinin kurultayında sunduğu raporda “Bulgaristan’da demografik sorunlar ciddi bir kriz seviyesine ulaştı. Demografik kriz geleceğimizi tehdit etmektedir. Daha iyi bir yaşam arayışı içinde yüzbinlerce yurttaşımız Bulgaristan’ı terk etti. Yapılan son araştırmalara göre, Bulgaristan dünyanın en hızlı eriyen 11’inci ulusudur.” dedi.

İlhan Küçük, bahsettiği araştırmanın tamamını paylaşsa iyi olurdu… Zira şu anda dünyanın en hızlı eriyen ulusu Türk ulusudur. Bunun sebebi de Türkiye üzerinde uygulanan “stratejik göç mühendisliği” ve ekonomiyi çökertme operasyondur. Üstelik iki operasyon da doğrudan Türkiye’yi yöneten iktidar tarafından uygulanmaktadır. İktidarın amacı, nüfus yapısı ve mülkiyetini değiştirmekte olduğu Türkiye’nin Anayasasını ve rejimini de değiştirmektir.

***

Bilindiği gibi Türkiye yıllardan beri ABD’nin baskısıyla Suriye ve Afganistan’dan milyonlarca sığınmacı kabul etmiş, bunun sonucunda İstanbul, Adana, Mersin, Hatay, Kilis, Gaziantep ve Şanlıurfa’da nüfus yapısı farklı oranlarda değiştirilmiştir.

Nüfus yapısı değiştirilmekte olan illerden “Oğuzeli”nde, ilçe adından da anlaşılacağı gibi Oğuz boylarının yoğun olduğu bilinmektedir! Herhalde asıl hedef bu yapıyı yok etmektir…

AKP iktidarı AB ile “geri kabul anlaşması” da imzalayıp, Suriyelileri Türkiye’de tutmayı kabul etmiştir!

Ekonomide uygulanan akıl dışı politikalar ise Türkiye’nin tapusunun değişmesiyle sonuçlanmaktadır.

***

BM Genel Kurulu’nda İsrail’in Filistin’de uyguladığı etnik temizlik tekrar gündeme geldiğinde, bu konularda son derece hassas olan Güney Amerika ülkelerinden biri, Uluslararası Adalet Divanı’na sorulmak üzere, şöyle bir soru hazırlayabilir:

-Suriye’de iç savaş çıkararak, milyonlarca insanın Türkiye’ye sürülmesi ve Türk hükûmetinin de bu baskıya boyun eğmesi sonucunda, 2011 yılından itibaren, İstanbul, Adana, Mersin, Hatay, Kilis, Gaziantep ve Şanlıurfa gibi Türk şehirlerinin demografik yapısı, karakteri ve statüsünün değiştirilmesine yönelik faaliyetlerin ve Türk hükûmetinin kendi vatandaşları aleyhine ayrımcı mevzuat ve tedbirleri kabul etmesinin hukuki sonuçları nelerdir?

Alıntı: Arslan Bulut

Şub 29

İBİŞ VERGİSİ

İBİŞ VERGİSİ

Eski zamanlardan birinde padişahın hazinesi yine boşalmış…

Har vurup harman savunmaktan, Saray’a düzinelerle at almaktan, çalgı-çengi yiyip içip coşmaktan her zamanki gibi beş para kalmamış koca hazinede… Padişah, vezirlerini çağırıp “Ne yapacağız?” diye sormuş; vezirlerden biri “Yine halktan vergi toplayacağız, başka yolu yok sultanım” diye düşüncesini açıklamış… Padişah hem kızgın, hem üzgün bir tavırla yanıt vermiş:

–Vergi koymadığımız bir şey mi kaldı a koca vezir; ota da b.ka da vergi saldık. Hadi bulun vergi koymadık bir şey!..

Divandaki vezirler uzun uzun düşünmüşler, bir türlü işin içinden çıkamamışlar… Sonunda yaşlı bir vezir, “Buldum” diye bağırmış, padişah merakla “Nedir?” diye sormuş:

–Adı İbiş olandan, başı kel olandan, pazarda horoz satandan, bir de kılıbık olandan 1 akçe vergi alalım!..

Padişahın pek hoşuna gitmiş, emir vermiş, uygulama başlamış…

O ülkenin epey uzak bir dağ köyünde yaşayan İbiş isimli vatandaş, bu durumdan habersiz, evin ihtiyaçlarını karşılamak, karısına da bir çift pabuç almak için kümesteki çilli horozu koltuğunun altına alıp, kasabanın pazarına inmiş.

–Başına gelecek felaketten habersiz!..

Daha pazara varır varmaz besili hayvanı gören bir müşteriyle sıkı bir pazarlığa tutuşup, sonunda 4 akçeye satmış horozunu. Karlı bir satış yapmanın mutluluğu ile yürürken padişahın vergi memuru kesmiş yolunu.

–Horozunu sattın değil mi?

-Evet?!.

-Ver bakalım 1 akçe horoz satma vergisi!..

İbiş şaşırmış, diklenmiş memura, “Horoz satmanın da vergisi mi olurmuş!” Tartışma uzayınca ahali de toplanmış etraflarına; Kalabalıktan biri seslenmiş:

–İbiş efendi, boşuna uğraşma bunların elinden kurtulamazsın, öde 1 akçeyi gitsin!..

Memur bunu duyunca “Aha” demiş, “Adı da İbiş’miş, vergi borcu 2 akçeye çıktı!..”  İbiş bunu duyunca iyice delirmiş, “İbişlik vergisi de neymiş” diye karşı koymuş, kaçmaya çalışırken takkesi düşüp kel kafası ortaya çıkınca memur gürlemiş:

–Kafası da kel bunun, 1 akçe de kellik vergisi!..

Adamcağız bunun üzerine kendini kaybedip ağlamaya, yalvarmaya başlamış:

–Yapma ağam, ben eve gidince karıma ne derim? Vallahi eve sokmaz, maşayla gelir üstüme!..

Memur, bu kez üzüntülü, sıkıntılı bir sesle son darbeyi vurmuş:

–Birader, sen üstüne bir de kılıbık çıktın, bir akçe de kılıbıklık vergisi!..

Aman dikkat! Seçimden sonrası “İBİŞ” olmayın…

Alıntı

Şub 27

PEK ÇOK SEBEP VAR

PEK ÇOK SEBEP VAR

Nasıl oldu, neden bu duruma geldik, diye sorarsanız; hemen her sosyal bilim, kendi sınırları içerisinde zaman zaman birden de çok, farklı ve doğru cevaplar verebilir.

Ekonomistler bunu ekonominin kötü gidişatıyla ilişkilendirip, açlık, yokluk insanları öfkeli kıldı, diyebilir.

Eğitimciler, cehaletten, eğitim sistemindeki bozulmadan dem vurabilir.

Sosyologlar, toplumdaki aidiyet bilincinin eksildiğinden, demografik yapının bozulduğundan, toplumsal çürümüşlükten vs. pek çok nedenden bahsedebilir.

Siyaset bilimciler, her şeyin siyasetle ilişkili olduğunu, temsil edilemeyen insanların olaylara bireysel tepkiler gösterdiğini, siyasilerin topluma nefret tohumları ektiğini söyleyip, siyasilerin ayrıştırıcı ve şiddet içeren dilini eleştirebilir.

Psikologlar, insanların tüm problemlerle başa çıkamadığını;

Psikiyatristler, problemlerle başa çıkamamanın yarattığı hasarın çok daha büyük olduğunu söyleyebilir.

En önemli sebep; Anayasaya, hukuka, liyakate uymamak, yok saymaktır.

Şub 25

“VEDA HUTBESİ” UNUTULUR MU?

“VEDA HUTBESİ” UNUTULUR MU?

Diyanet’in 23 Şubat 2024 Tarihinde Ülke Genelindeki Cuma Hutbesi:
“BERÂT GECESİ: GÜNAHLARDAN ARINMA VESÎLESİ” olsun olacak…
“BERÂT GECESİ” ilahiyatçıların açıklamalarına göre Peygamberimizden 450, 500 yıl sonra icat edilmiş. Yani Emeviler döneminde bile yok.


Cuma hutbesinde bahsettiği “BERAT GECESİ” günahlarımız af mı olacak?
Oysa bu cumanın hutbesi konusu “VEDA HUTBESİ” olmalıydı.
23 Şubat 632 yılında Asr-ı Kâinat Peygamberimizin bizlere bir nasihat olarak bıraktığı Veda Hutbesinin 1392. Yılı.
Peygamberimiz veda hutbesinde;
“Ey müminler! “Size iki emanet bırakıyorum, onlara sarılıp uydukça yolunuzu hiç şaşırmazsınız. O emanetler Allah’ın Kitabı Kur an-ı Kerim ve Peygamber’inin sünnetidir.”
Buyurmuştur…
Bugün Veda Hutbesinin yıl dönümüydü…
Arap’ın örf ve adetlerine değil Peygamberimize ümmet olmayı nasip eyle Tanrım…
Bir TÜRK olarak, Peygamberimizin sünneti ve Kuran-ı Kerim üzere yaşayanlardan olmamızı nasip et bizlere.

On bir ayın sultanı, Ramazan ayının müjdecisi BERAT Kandiliniz kutlu, mübarek olsun

Şub 21

KADERİMSİN

KADERİMSİN

* * *

Öyle bir sevdadır ki onca asır deminde

Kaygısız yaşanmalı bu sevda her zeminde

Binlerce asır önce hem ruhlar âleminde

Yazılmışsın alnıma kaderimsin kaderim

* * *

Sonsuz bir kabuldür bu, bedende de serde de

Bildiklerim içinde hayırda da şerde de

Yalnız dünyada değil belki de mahşerde de

Yazılmışsın alnıma kaderimsin kaderim

* * *

Yetmiyor anlatmaya bilinen bunca diller

Ötüyorken bülbüller, şevkle açıyor güller

Şu gönlümü mest eder, sevgideki öz yeller

Yazılmışsın alnıma kaderimsin kaderim

* * *

Bir kasırga, karayel essen de gidemem ki

Ömrümü yudum yudum içsen de gidemem ki

Sen bana darılsan da, küssen de gidemem ki

Yazılmışsın alnıma kaderimsin kaderim

* * *

Tiryakilik, tutku mu bu beni esir eden?

Yâri gördüğüm anda aklım başımdan giden

Bu bir alınyazısı yaşantıma akseden

Yazılmışsın alnıma kaderimsin kaderim

* * *

Kenan Şahbaz

Şub 19

ARANIZDA ROMEN DİYOJEN’İN AKRABASI VAR MI?

ARANIZDA ROMEN DİYOJEN’İN AKRABASI VAR MI?

Selahattin Demirtaş’ın mahkemede söylediklerine bakın: “Türkler anavatanım Kürdistan’a bin yıl önce geldiler… Anavatanım Kürdistan’ı zorla işgal eden bu devlettir… Anlaşmayı bozan devlettir…”

2012 yılıydı… Yine gündem Gazze’ydi ve İsrail bugün olduğu gibi Gazze’yi ve sivilleri vuruyordu… Aynı dönemde Türkiye’de de Apo’ya destek için cezaevlerinde açlık grevleri vardı… O günün siyasal İslâmcılarının bir kısmı, Gazze konusunda tepki koyan diğer siyasal İslâmcıları samimiyetsizlikle suçluyorlardı…

Çünkü onlara göre Türkiye ‘tağutî bir rejime sahip olduğuna göre, Türk bayrağı da ‘şirk’i temsil ediyordu!.. ‘Türk’ ve ‘Türkiye’ kavramlarıyla İslâmcılık yan yana olamazdı!.. Dolayısıyla Gazze’den önce T.C.’ye bakılmalı, Kürdistan’ı görmeli, açlık grevlerine destek verilmeliydi!..

***

O zaman bu sütunda gerçeğin altını çizmişiz: Gazze’yi bizim güneydoğumuzla ilişkilendirmek, hem Filistin’e ihanettir, hem de tarihe… Çünkü Filistin meselesi, dışarıdan gelen bir güç tarafından işgal edilmiş toprak ve zulüm meselesidir… Bu açık bir gerçektir ve bizim güneydoğu meselemizle uzaktan yakından benzerlik taşımaz…
Türkler bu coğrafyaya gelip yerleşene kadar bir çok kavimle savaştılar, bir çok devletin egemenliğine de son verdiler ama göçler, savaşlar ve yurt edinmeler sırasında, sadece Anadolu önlerinde değil, Orta Doğu’nun herhangi bir yerinde Kürt diye bilinen herhangi bir toplulukla savaş etmediler…

Türkler, tarihte, yeryüzünün herhangi bir bölgesinde Kürt hâkimiyeti vardı da, o hükümranlığa son vermiş değiller… Üzerinde Kürt egemenliği bulunan bir santimlik toprağı, savaş, ticaret veya kız alma-verme yoluyla egemenlik alanlarına katmış da değiller…

***

Tekrar tekrar ifade edelim: Bin yıllık hesapları karıştırsak, belki birçok milletle, diğer birçok Türk topluluğuyla veya tarihten silinmiş olan devletlerle hesabımız çıkar da, her şeye rağmen bizden ayrı görmek istemediğimiz Kürtlerle asla bir hesap çıkmaz…

Biz Diyarbakır’ı, Van’ı, Hakkâri’yi, Bitlis’i vatanlaştırırken üzerlerinde var olan bir Kürt egemenliğine mi son vermişiz? Kesinlikle hayır!.. Bugün bizimle beraber yaşama iradesi koyup PKK’ya bizim kadar düşman olan Kürt kardeşlerimizin de, bizden farklı düşünenlerin de yoğunlukla yaşadığı toprakları, yani Demirtaş’ın “1516’da ikiye bölündü” dediği sözde Kürdistan da dâhil toprakları ya küffar milletinden teslim aldık ya kendi kandaşlarımızdan ya da Arap hâkimiyetinden…

Tabii ki asla mümkün ve doğru değil de, eğer bir işgalden, bozulan bir anlaşmadan, bir haktan söz edeceksek, (Demirtaşgiller’le değil) Romen Diyojen’in torunlarıyla masaya oturmamız gerekiyor!..

Aksi hâlde aynı soruları soracağız: Yoksa Sultan Alparslan’ın Malazgirt’te yendiği Romen Diyojen (Demirtaşgiller’dendi de) bizim haberimiz mi olmamıştı? 1071’de yenilen Bizans İmparatorluğu, aslında Romalı taklidi yapan (Demirtaşgiller’in) devleti miydi?

***

Türkiye Cumhuriyeti işgalciymiş!.. Bunu Türklere karşı savaş kaybedenlerin varisleri değil, konuyla ilgisi hiç olmayıp terör örgütüne siyasi alan açmaya çalışan diller söylüyor!.. Kimi Arapların “Türkler bizi 500 yıl sömürdü” demeleri gibi saçma bir durum… Sanki develerini sağmışız!.. Bunların da olmayan egemenliklerine son vermişiz, işgalci olmuşuz!.. Komik ama gerçek!..

Kaynak: Servet Avcı

Şub 17

ALTIN SÖZLER

ALTIN SÖZLER

* “Ruhunuzun ışığını canlı tutmak, dünyadaki en büyük mücadeledir.” Robert Burton

* “Düşüncülerini değiştirmeyen insanlar cahillikleriyle mutluymuş gibi yaşarlar.” Albert Einstein

* “, Savaş meydanlarında kazanılan zaferler ekonomik zaferlerle taçlandırılmazsa siyasi istikbaliniz her zaman tartışma konusu olur.” Mustafa Kemal Atatürk

* “Dünyanın en zeki insanı da olsanız, bulunduğunuz ortam vasat ve vasatın altındaki kimselerden ibaret ise, düzeyinizi koruma imkânınız yoktur. Hepimiz, birlikte en çok zaman geçirdiğimiz beş kişinin ortalamasıyız.” Jim Rohn

* “Bütün insanlık tarihi boyunca, sıradan insanların iyiliğiyle ilgilenen bir siyasi elit hiç olmadı. Ve şimdi de durum farklı değil. Bir tiranlıktan çıkış yolu bekleyemezsiniz. Bu, sizi yemesi umuduyla devasa bir timsahı beslemeye benzer. Sıra sana gelecek…” Christine Anderson

Eski yazılar «

» Yeni yazılar