«

»

Eyl 24

“Başımızın püsküllü belası”.

“Başımızın püsküllü belası”.

 

Sultan II. Mahmut’lu yıllar. Padişah bir gün “Şunları yapmak çok mu zor” deyince millî üretim gündeme gelir ve tekstil sektörümüzün ilk kuruluşu Feshaneler krulur.

Bir yaz günü Kaptanı Derya Hüsrev Paşa’nın dikkatine koca kavuklarıyla kürek çeken kalyoncular takılır. Zorlanmakta, aşırı terlemekte olanların önüne geçmek için formül arar. Sonunda onlara Tunus usulü fesler giydirir. Sultan bir Cuma selamlığında gördüğü feslilere ilk anda tepki gösterir; “Hüsrev Paşa kimdir ki, kendi aklınca kıyafet düzenlemektedir” der. Bu lafları kalabalık bir grup içerisinde söyleyince, paşa karşıtları ümitlenir.

Millet bu tepkinin devamını bekleyip nihai darbeye hazırlanır. Ancak, Mahmut Han yeni kurduğu ordunun -Asakir-i Mansure-i Muhammediye- tamamına fes giydirme kararı alır. Böylece dönem edebiyatına yeni bir deyim dahil olur; “Fes giydirmek”. Sultanın buna niçin gerek gördüğüne ise “Yeniçeriyi akıllardan silmek için” cevabı verilir.

Böylece fes giyme hızla yayılmaya başlar. Fesin Fas kökenli olduğu gerçektir ama, Arap’ın, Boşnak’ın, Rum ve Ermeni’nin birbirinden görüntü farkı kalmamıştır. Durum öyle bir hale gelmiştir ki, bir deyim daha türemiştir; “Başımızın püsküllü belası”.

Bir rivayete göre de 1789 Fransız ihtilalindeki direnişçilerin kırmızı külahlarına da “Hürriyet sembolü” denmesi Osmanlı’dan alıntıdır.

Hani türküdeki gibi; “Fes başına, fes başına, fesine kurban olayım”. Bir de zamanımıza kadar gelen benzetmedeki gibidir:

“Fes, yakışıklıların yanağına al renkler yansıtır. Fes güllerin şahına, goncalara benzer. Perçemleri gizlerken, kötü bakışlara ket çeker”.

Meşrutiyet’ten sonra feslerin ön tarafına ay-yıldız koymak revaçtaydı. Bunun öncülüğünü ise Harbiye Nazırı Enver Paşa yapmıştı. Burma bıyıkları ve sert bakışlarıyla adeta fes mankeni gibiydi.

O senelerde gençler kar yağarken dahi göğüslerini açarlardı. Ceketler omuza atılır, ayakkabının topuğuna basılırdı. En önemli aksesuvar olan fes de hafifçe alna yatırılırdı. Arada bıyıklar elin tersiyle sıvazlanırdı. Tüm hedef muhatabın dikkatini çekmekti. Hatun kişi, bu işmarları hemen alırlardı. Kimi fesler kulakları içine alacak kadar genişti. Bunlar da “Kallavi” ve “Babayani” diye ikiye ayrılırdı. Bazıları da silindire benzerdi. Dönemin bitirimleri bunlara “Saksı Dibi” adını vermişlerdi.

Horozibiği, Vezir Fesi, Kel Örten, Ayıp Kapayan ve daha pek çok değişik isimliler mevcuttu. Esnaf sınıfının kodamanları “Şıllık” denilenlerle gezerlerdi. Köy delikanlıları Tablası Çiçeklileri tercih ederlerdi. Mollalar, bunların etrafına sarık sararlardı. Osmanlı’da kimin neyi takacağı konusunda nizamnameler vardı.

Alıntı