«

»

Eyl 23

KARANLIKTA UYANAN BİRİ (2)

KARANLIKTA UYANAN BİRİ (2) Yahya Kemal [Beyatlı]

Üsküp o kadar eski ve o kadar Türk’tü ki İstanbul’dan ve Selanik’ten gelen yeni kelimeleri,  yeni eşyayı, hatta yeni şarkıları alafranga telakkî ederdi. Balık suyu idrak etmediği gibi, Üsküp de Türklüğünü idrak etmiyordu, bütün Türk şehirleri gibi kendine sadece Müslüman diyordu.  Maamafih yanında kardeş unsur olan Arnavutlar vardı. Arnavutlar Rumeli’nin son senelerinde yâr ü ağyârca itibarda idiler. Sultan Ahdülhamid Arnavutları seviyordu, nazlarını çekiyordu, hatırlarını sayıyordu. O zaman milletin bu gözde oğulları Üsküp’te gerek hükûmetten, gerekse halktan, Avrupalıların gördüğü imtiyazlı muameleyi görürlerdi; İstanbullular alafrangaya özendikleri gibi, Üsküplüler de Arnavutluk’a özenmeye başladılar; bu dağlı kavmin siyasî itibarından başka kisvesi, silâhı, lehçesi de cazibeliydi. Cahil İstanbullu da Üsküp’ü bir Arnavut şehri zannediyordu; hâlâ da öyle zannedenler vardır. Bu tuhaf fıkra bu bahsi güzel tenvîr eder: Bundan yirmi sene evvel Üsküp halkı belediye reisini, Vali Hâfız Mehmed Paşa’yı istememek dâiyesiyle bir ihtilâl çıkarmış, Midhat Paşa’nın ihtilâlci hocalarından İdris Hoca’nın peşine takılarak Sultan Murad Camiine kapatmıştı; Yıldız bu ihtilâlden ürkmüş, Üsküp’ü Arnavutluk’un merkezi sandığı için -sonraları sadrazam olan- Hakkı Bey’i, Mahmud Esad Efendi’yi ve daha birkaç Bâbıâli siyasîsini heyet hâlinde göndermişti. Hakkı Bey Üsküp’e gelmiş, padişah nâmına, eşrafı davet etmiş, nasihate koyulmuş; lâkin dikkat etmiş ki, bu eşraf Türkçe konuşuyor da Arnavutça bilmiyor, isyanda çizmeden yukarıya çıkmıyor; Üsküplülerin Arnavut olmadıklarının farkına varmış ve derhâl hiddetlenmiş: “Biz de sizi Arnavut zannediyorduk, çıkınız buradan!” diye kovmuş.
Üsküplüler Arnavut olmadıklarına yanıyorlardı; Avusturya gibi bazı devletler Üsküp’ü Arnavut görmek ve göstermekte menfaattardılar; zaten biz de öyle biliyorduk. Her büyük şehrimizde olduğu gibi burada da leylî ve neharî bir idadî mektebi vardı. Bu mektepte Arnavutlar, Karadağlılar meccanî tahsil görürlerdi. Bir Türk’ün ücretle bile yerleşmesi güç olurdu. Arnavutlar, bugünkü felâketlerini hazırlayan o Kanunî devrinde Üsküplülere, kendilerinin tortusu bir unsur nazariyle bakarlardı.
Arnavutluk’un ikbâli gitgide Arnavut milliyet nazariyesini doğurdu: Yeni Arnavut elifbâsı, siyah kartallı bayrak, büyük Arnavut devletinin hudutları alttan alta fikirlere yerleşiyordu. Bu heves yalnız Arnavutları değil, Kosova’da beş asırdan beri yerleşmiş fatih Türklerin çocuklarını da sardı.
Eski Türk beylerinin, ağalarının, esnafının çocukları Başkım kulüplerine yazıldılar, kendi kanlarına sövmenin lezzetini aldılar. Bu hevâ vü hevesin ateşini düşman yakmıştı, İstanbul da bu ateşin üzerine barutla yürüyordu. Lâkin bu hep bildiğimiz sergüzeşti burada açmayalım.
Rumeli faciasından sonra Türk devletinin çekilişine yâr ağladı, hatta zaman zaman ağyâr da teessüf ediyor; bunu hep biliyoruz. Lâkin ben dün bu bağrı yananlardan bir gençle görüştüm.
Bu genç samimî ve sıcak sesle dedi ki: “Meğerse Rumeli’nin en asil, en metin, en hâlis unsuru Türk’müş!…” Bunu nasıl anladığını sordum. Cevap verdi: “Son on üç senenin tecrübesiyle… Rumeli’de Türk hâkimiyetinin yerine geçen unsurlar hâkimiyet sıfatına liyâkat kazanamadılar, lâkin mahkûm unsurların liyâkatleri bu münasebetle daha ziyade ortaya çıktı. Devlet Rumeli’ye hâkimken Türk’ün esâmesi okunmazdı. Bilhassa Arnavut kardeşlerimizin millî faziletleri dillerde destandı. İslâmda asil unsur varsa Arnavut’tu. Arnavut cesurdu, hürdü, azimkârdı, Nuh der peygamber demezdi cinsi, dini, millî izzet-i nefsi, hakkı uğrunda pervâsızca can verirdi. Türk hâkimiyeti devrinde Arnavut’un bütün bu destan olan meziyetlerine sonraları Avrupalılar da daha ziyade revnak verdiler, dediler ki: Arnavut Asya’dan değil Avrupa’dandır, Turanlı değil Arya’dır. Türk’ü Avrupa’da tutan Amavut’tur. Avrupalılar böyle bir sıfatla Arnavutları pehpehlediler. Sarayın gözdesi, milletin gözbebeği olan Arnavutlar medeniyetin bu iltifatlarıyla da mest oldular. Türk idaresi zamanında Başkım cereyanı türedi. Kosova’nın, Manastır’ın an-asıl Türk olup da Türklüğünü unutan unsurlarından nice kimse kendilerini Başkım cereyanına bıraktılar. Sonra Rumeli parçalandı. Müslümanlar mahkûm vaziyete düştüler. Bu geçen onüç sene mahkûmlar için yaman bir imtihan devriymiş. Türkler hâkimiyetleri zamanındaki tevazulu vaziyetlerini mahkûmiyetlerinde de muhafaza ettiler, yalnız devrin değişişi Arnavutları pek ziyade söndürdü. Sırp hâkimiyeti altında yaşayabilmek için bir cemaat tesânüdü göstermek lâzım geliyordu. Arnavut kardeşlerimiz yazık ki, bu kadarcık bir tesânüdü bile göstermediler. Son intihabât iyi bir mihenkti. Türkler kırbaç, sopa, dipçik altında kalan en ücra köylerde bile azimlerinden şaşmadılar, re’ylerini yine Müslüman kutusuna attılar. Arnavutlar bilakis dağıldılar, hâkimlerinin millî rekabeti karşısında derlenip toplanamadılar, son çareleri olan re’ylerini millî muarızları olan fırkalara verdiler. Bu küçük bir misal. Lâkin böyle küçük misaller çok. Zaman geçtikçe meydana çıkıyor ki o tumturaktan, alâyişten, böbürlenmekten âzâde yaşayan Türk milliyeti demirden bir kitleymiş. Türk memleketinin asıl sırrı Türk’deymiş. Arnavut’u, Çerkez’i, Kürt’ü, hâkim ve metin bir millet kitlesi eden Türk mayasıymış. Bugün Rumeli’de bilfiil meydana çıkan netice ispat etti ki Türk bu devletin Müslüman unsurlarını birleştirmek için Allah tarafından bir mevhibe imiş. O giderse Arnavutlar, Kürtler, Çerkezler çil yavrusuna dönerlermiş.  Bugün Arnavutlar ne bir ordu, ne bir müessese, ne bir idare şebekesi vücuda getirebiliyorlar. Bir zaman Türk idaresinde ferdî kabiliyetle o kadar büyük adamlar yetiştiren bu unsur, kendi başına kalınca şaşırdı. Arnavutluk’ta âciz, Sırbistan’daysa irade-i cüz’iyesine bile sahip değil. Onüç senede Türk’ün büyük bir millet ol-duğunu anladık, zaman geçtikçe daha ziyade anlayacağız zannediyorum. Uyandık, lâkin karanlıkta uyandık…” dedi.

Kaynak: Yahya Kemal, “Karanlıkta Uyanan Biri”, Dergâh, S. 15, C. II, 20 Kasım 1921