«

»

May 15

‘Üç Fidan’la savrulan fikr-i sabitler’

‘Üç Fidan’la savrulan fikr-i sabitler

“Üç Fidan” dedikleri Deniz GezmişHüseyin İnanYusuf Aslan. 6 Mayıs 1972’de idam edildiler.

Yine söylüyorum… Keşke idam edilmeselerdi. Zamanın kanunları, onların savunmalarını da göz önünde tutarak ister istemez idam cezası verdi. Ama TBMM’den dönebilirdi. Milletvekilleri idam için el kaldırdılar.

(O dönem TBMM’nin üye sayısı 450. Oy verenler: 323, Kabul edenler: 273. reddedenler 48, çekimserler: 2, Oylamaya katılmayanlar: 118.)

Bu üç militan kimseyi de öldürmemişti. Komünizm propagandası yapmışlar… Banka soymuşlar, üniversitelerde olay çıkarmışlar… O kadar.

Deniz Gezmiş İstanbul Üniversitesi’ndeyken aynı dönemdeki Ülkü Ocakları’nde faal olan, başkanlık yapan isimlerle konuşmuştum. “Alparslan Türkeş ve Liderlik” kitabımızdan aktarıyorum:

“Erol Kılınç, Mehmet Şandır, Nihat Çetinkaya ve Ömer Polatoğlu, zamanlarındaki olayları da anlatmışlardır. Erol Kılınç, İstanbul Üniversitesi Merkez Binasında Deniz Gezmiş ve kalabalık bir grupla, kendileri 10-15 kişi oldukları hâlde karşı karşıya geldiklerini, Deniz Gezmiş’in, Türkiye Millî Talebe Federasyonu Başkanı Ekrem Özer’e elindeki sopayla vurmak isteyince isabet ettiremediğini ve geriye dönüp kalabalığın içinden kaçtığını söylemiştir. Aynı olayda bulunan Ömer Polatoğlu da Erol Kılınç’ın sözlerini doğrulamıştır. Mehmet Şandır da: ‘Öyle solun liderliğini yapacak, inisiyatif sahibi, karizmatik biri değildi. Parkalı, uzun boylu idi.’ demiştir. Kılınç, o dönemde Osman Saffet Arolat’ın, solu sevk ve idare edebilen bir gençlik lideri olduğunu, Mehmet Şandır da İstanbul Teknik Üniversitesi Talebe Birliği Başkanı Harun Karadeniz’in solda önde geldiğini belirmişlerdir.”

Bu anlatılanlar kasıtlı değil. Dönemlerindeki asıl sol öğrenci liderlerini de söylüyorlar.

“Üç Fidan” dedikleri isimler asılmasalardı, böyle öne çıkmayacaklardı. “İdam”dan kahraman üretiyorlar.

*

Dönemin Meclis zabıtlarına baktım.

Bu üç gencin idamına dair görüşmelere 10 Mart 1972’de başlanıyor. CHP’den iki isim İçel Milletvekili Celal Kargılı ve Zonguldak milletvekili Bülent Ecevit takrir aleyhine söz istiyorlar.

“BÜLENT ECEVİT (Zonguldak) – Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım, ben, ilke olarak ölüm cezalarıyla ilgili bir görüşme maddesinin bu kadar öncelikle, ivedilikle bir an önce görüşülmek…

SADIK TEKİN MÜFTÜOĞLU (Zonguldak) – ivedilik yok.

BÜLENT ECEVİT (Devamla) – öncelikle görüşülmek istenmesini doğru bulmam. Çünkü, ölüm cezasını gerektiren konular, üzerinde uzun uzadıya düşünmeyi, vicdan muhasebesi yapmayı gerektiren konulandır. (A. P. sıralarından “Ne vicdanı?” sesleri.)

BAŞKAN – Müdahale buyurmayınız efendim.”

İçel Milletvekili Celal Kargılı, bu “üç şahıs”ın idam edilmemesi için uzun bir konuşma yapar.

(Ara not: 1974 Ecevit-Erbakan affından sonra sol/komünist gruplar hapisten çıktılar, fakültelerine döndüler. Ülkeyi 12 Eylül 1980’e adım adım taşıyacak hâdiseler bu aftan sonra başladı. Celal Kargılı, talebeliğimizde DTCF’deki kavgalarda fakülte önüne gelir, fakülteye giremeyen sol/komünist gruba destek verirdi. O grup içinde PKK’nın kurucu ekibinden Kemal PirCemil Bayık, Rıza Altun gibi isimler de vardı. Bir defasında, hemen önümde, bellerinden silahlarını çıkarmışlar, havaya ateş açmışlardı. Üzerimize doğrultsalardı, katliam olacaktı. (Sonra öğrendim, Celal Kargılı daha önce DTCF’deymiş. 1968’de ilk siyasî boykotu DTCF’de başlatan öğrenci birliği başkanı oymuş. İlk boykot başörtüsü meselesinden dolayı Ankara İlahiyat’ta başlamıştı. Ali Babacan‘ın halası Hatice Babacan başörtüsü takmak isteyince fakülteden atılmış, öğrenciler de boykota gitmişti. Sonra Hatice Babacan‘ın ismini DTCF’de duydum. Sanırım tarih bölümüne geçmişti. Karşılaştığımızı hatırlamıyorum.)

*

Deniz GezmişHüseyin İnan ve Yusuf Aslan‘ın idam edilmeleri gerektiğine dair Adalet Partisi adına konuşan isim İstanbul Milletvekili Nuri Eroğan idi. (Nuri Eroğan 1979’da MHP’nin İstanbul İl Başkanlığını da yapacaktır.) Hukukçu kimliğiyle öne çıkan Eroğan uzun konuşmasında bu “üç sahıs”ı idama götüren vetireyi ayrıntılı anlatır:

“Evet, affetmek güzel bir şeydir, ulvî bir şeydir, insanlığa ve büyüklüğe yaraşan bir şeydir. Hazreti Muhammet ‘Fazilet şudur ki, senden nefret edene sen bağlanasın, seni mahrum bırakana sen lütfü ihsanda bulunasın ve sana zulmetmiş olanı sen affedesin.’ demiştir. Görülüyor ki, af biraz da dinimizin icabıdır.”

Ardından Atatürk‘ten de misal verir:

“Atatürk diyor ki, ‘Medeniyet demek af ve müsamaha demektir. Af ve müsamahaya dayanmayan medeniyet ceberuta dayanan bir medeniyettir ki, çöker.”

Sonra, sözü, bu “üç şahıs”ın idamlarının neden oylanması gerektiğine getirir:

“Soruyorum, bugün vereceğimiz bir kararla, idam kararını ‘iktidarın emniyetini sağlayacağız’ diye mi vereceğiz? Bu bir rejim meselesi mi, yoksa Türklüğün bekası meselesi midir? Dosyalar tetkik edildiğinde görülecektir ki, bunlarda bir nedamet hissi de bahis mevzuu değildir. Bunlar, tuttukları yolda sonuna kadar gitmeye kararlıdırlar. Eğer nedamet hissi olsaydı, o zaman sizlere, kullanacağınız oylar hakkında söyleyecek başka sözlerim olacaktır.”

Neticede TBMM zabıtlarında geçtiği adlandırmayla bu “üç şahıs” idam edildi.

Bu üç gencin “vatan kurtarıcı” gibi her yıl tantanayla anılması tuhaf değil mi?

Zamanında, yasak olan siyasî akımlara kapıldılar, başka bir rejim getirmek istediler. Bu rejimin adı Maxist/komünist rejimdir ki, onların idamından sonra, Türkiye bu rejimi getirmek isteyenlerle, karşı çıkan halkın öncüleri çatıştılar. Kan gövdeyi götürdü. Ancak 12 Eylül 1980 Darbesi’yle kan durdu. Darbe sonrası ayrı bir belâ geldi. Ne yazık ki çok insan hapsedildi, çok insan yurt dışına kaçmak zorunda kaldı.

Hâlâ o dönemin sancılarıyla kıvranıyoruz. Sol/komünist bölücü PKK’ın temeli de o ideolojik furyada atılmıştır.

*

İdam edilenlerin her anılışında, biz de gerçekçi olun, kahraman gösterdiklerinizi asıl fikirleriyle anacaksınız, deriz.

İdam edilenlerin tavırları, fikir hocalarının yazdıkları, avukatlarının anlattıkları, asıl fikirlerini ortaya koyuyor. Kimse itiraz edemez.

18 Eylül 2020 tarihli yazımdan bir bölüm vereceğim:

Av. Halit Çelenk, sol cenahın mitidir. 12 Mart’ta da 12 Eylül’de de “korkusuzca” “davasını” savunmuştur. Dikkat “davasını” diyorum.

Baki TuğDeniz Gezmiş ve iki arkadaşının 1971’de muhakeme edildiği davanın savcısıydı. Bir kitabı var: “APO’dan Barzani’ye Terör ve Açılım” (Boğaziçi Yayınları). Geçmişte bu kitaptan bahsetmiş, sözü D. Gezmiş ve arkadaşlarının idamına getirmiştim. Yazı çıktıktan sonra Baki Tuğ beni aramış, “Avukatları isteselerdi, onları kurtarabilirlerdi, meseleyi getirip Marxist-Leninist düzene dayadılar.” demişti. Baş avukat Halit Çelenk‘ti.

Eski Türkiye Komünist Partili Mihri Belli “İnsanlar Tanıdım” kitabında D. Gezmiş için: “Tozdan dumandan fermanın okunmadığı günlere doğru hızla ilerliyorduk. Herkes gibi onun da bir yıl önce cebinde taşıdığı kitap Leninizmin İlkleri‘ydi. Son görüşmelerimizden birinde cebinden Marigella’nın Şehir Gerillası adlı kitabını çıkardı. ‘Yaman bir adam’, dedi; ‘Okurken hep seni düşündüm o da Komünist Partisi’nin oportünist çizgisine karşı çıkmış, sonra şehir gerillacılığında karar kılmış.” diye yazar.

Serpil Güvenç, Halit Çelenk‘in kızıdır. D. Gezmiş ve iki arkadaşının idamından sonra Halit Çelenk ve bir avukat arkadaşı eve gelirler. Serpil Hanım, hemen daktilonun başına oturur. İdam sırasında D. Gezmiş ve arkadaşlarının tavrını, sözlerini babası anlatır o yazar.

Burada solun “Mustafa Kemal”i neden öne çıkarmak istediğini S. Güvenç‘in yazdıklarından aktaracağım. D. Gezmiş sehpaya giderken, “Yaşasın tam bağımsız Türkiye!”“Yaşasın Marksizm Leninizmin yüce ideolojisi!”“Yaşasın Türk ve Kürt halklarının bağımsızlık mücadelesi!”… sloganlarını atmış.

Serpil Güvenç, “Bir siyasal manifesto niteliğindeki bu sözleri nasıl yorumlayabiliriz?” der ve şöyle devam eder:

“‘Yaşasın tam bağımsız Türkiye!’ ve ‘Kahrolsun emperyalizm!’ sözcükleri, 1960’ların tüm siyasal sol akımlarınca paylaşılan anti-emperyalist mücadele hedefini tanımlamaktadır. ABD emperyalizmi ve yurt içindeki iş birlikçileri bu topraklardan 2. Milli Kurtuluş savaşı verilerek atılacaktır. ABD ile imzalanan ikili anlaşmalar feshedilecek, Türkiye NATO’dan çıkacak ve Amerikan üsleri kaldırılacaktır. 2. Milli Kurtuluş mücadelesi terimi elbette birinciden alınan bir ilhamla TİP başta olmak üzere dönemin sosyalist/komünist hareketinin ve tüm devrimci, demokrat güçlerin kullandığı ve benimsediği bir kavramdır. Bununla birlikte, tartışılması gereken nokta, bu mücadelenin Denizler de dahil sosyalist sol açısından, verilecek bu ikinci kurtuluş savaşının sonunda arzulanan zaferin bu mücadele ile sınırlı olup olmamasıdır. / İşte son sözlerdeki Marksizm Leninizm vurgusu, kurtuluş savaşıyla sona ermeyecek bir mücadeleyi işaret etmekte ve bunun yanı sıra Deniz ve arkadaşlarının dünya görüşlerini de yansıtmaktadır. Tüm sosyalist/komünist hareketler ve akımlar gibi Kemalizmin ‘bağımsızlık’ yönünden etkilenmiş olan 68 gençliğinin, nihai amacının Kemalizm olmadığı, dünyayı yorumlama ve değiştirme girişiminde temel olanın, işçi sınıfı ve emekçi dünya halkları olduğu gerçeği ortaya çıkmaktadır.” (haber.sol.org.tr denizin-son-sozleri-haberi-, 6 Mayıs 2010)

Ayrıca Nuri Gürgür‘ün “Solun Yalan Rüzgârları Teröristlerden Kahraman Üretmek” başlıklı yazısını girip okuyabilirsiniz.

*

Evet, asıl fikirleri saklamayalım. “Olan”ı olduğu gibi verelim.

Kimseye bir tavrımız yok. Gerçeğin peşindeyiz sadece…

Alıntı: Arslan Tekin