«

»

Tem 08

Somuncu Baba

somuncubaba3Yıldırım Bâyezid, 798/1396 tarihinde kazandığı Niğbolu zaferine bir nişâne-i şükür olarak Bursa’da Ulu Cami’nin inşâsını başlatmıştı. UluCami’nin inşâatı, 802/1399 yılında tamamlanınca, eskiden beri ehl-i İslâm arasında mevcut olan âdet gereğince, açılma merasiminin Cuma günü yapılmasına karar verilmişti. Sultân Bâyezid, o gün, Cuma namazında hitabet ve imametin ve namazdan sonraki va’zın teberrüken damadı Emir buhari tarafından yapılmasını arzu etmişti. Bu isteğe hayır cevabını veren Emir Buhari, gerekçesini şöyle açıklıyordu: “Bu beldede yani Bursa’da benden daha âlim kimseler vardır ve kutb-ı zaman burada iken bana va ‘z vermek düşmez. Bu şeref, halkın Etmekçi Koca dedikleri Şeyh Hâmid’e aittir”. Bu cevabı şaşkınlıkla dinleyen Padişah, hemen teklifi Somuncu Baba’ya iletir. Somuncu Baba, sırrının fâş olduğunun farkındadır ve nitekim bu hissiyatını, Emir Sultan’a söylediği şu cümleyle ifâde eder: “Hay Emir Hay! Niçin bizi fâş ettin?’
Çevreden gelen büyük âlimlerin ve meşâyıhın da bulunduğu büyük bir cemâ’ate önce imamlık ve hatiplik yapan Somuncu Baba, namazdan sonraki va’zını da Fatiha Sûresinin tefsirine tahsis etmişti. Bu va’zında Fatiha Sûresini yedi ayrı makamda tefsir etmesi ve bu sûrenin tefsirinde zamanımızdaki bazı ulemânın müşkülen vardır diyerek Molla Fenârî’nin gerçekten mevcut olan müşküllerini de halletmesi, Câmi’deki hem ulemâ, hem meşâyıh ve hem de avâm-ı nâs arasında hayret ve takdire sebep olmuştur2. Ulu Câmi’deki bu va’zdan sonra meydana gelen hâdiseleri kısaca şöyle özetlemek mümkündür:
Birincisi: Hutbe ve va’zını dinleyen halk, onun büyük bir veli ve kutub olduğunu anlamıştır. Bunun üzerine elini öpmek üzere kapıya hücum eden halkın bu hücumu karşısında, caminin her üç kapısından da çıktığı görülmüştür. Akabinde hemen çilehânesine çekilerek, bir daha ekmek yapmamıştır3. Artık halk arasında onun kerametlerinden ve menkıbelerinden bahsedilir olmuştur. Bu menkıbe ve kerametlerinden bir tanesi de şudur:
Şeyh Hâmid’in dostlarından ve mürîdânından bir derviş sûfî, iki parça tarlayı zirâ’at ederdi. Bunlardan birini, Şeyh Hâmid hesabına ve diğerini de kendi adına ekti. Şeyh Hâmid için ektiği tarladan bir tek habbe hâsıl olmadı ve kazâ-i ilâhî ile tarlanın mahsûlı telef oldu. Ancak kendisi için ektiği parça, fevkalade hâsıl vermişti. Bir gün Şeyh Hazretleri mezkûr tarlaların üzerine varup, “Bu iki parçadan hangisi bizimdir?” şeklinde keşf yoluyla durumu öğrenmek isteyince, sûfî, Şeyh’in tarlasında ekin bulunmadığından utanarak kendisine ait olanı “Bu sizindir.” deyü Şeyh Hâmid’e gösterdi. Şeyh Hazretleri bu sözü duyunca, üzüldü ve şöyle söyledi: “Dünya tarlasından meyve ve ürüne ulaşmak berhudarlık alâmeti değildir. Belki günah tohumunun kemâl-i zuhûrundandır.”. Yani Âhiretin bakî meyvelerinidünyada fânî bir surette yemek istemiyordu4.
İkincisi; Onun hem zahir ve hem de bâtın ilimlerine vâkıf olarak Fatiha tefsirini yedi ayrı makamda yapması, herkesi ve özellikle de ilk Osmanlı Şeyhülislâmı olarak kabul edilen büyük Allame Molla Şemsüddin Fenârî Hazretlerini hayretlere düşürmüştür. Somuncu Baba’nın va’zını dinleyen ve sonradan da onun müridi olan Mollla Fenari, kendini tutamayarak ve halka dönerek bu hayretini şöyle ifade etmiştir: “Şeyh Hâmid, bize burada hikmetler saçıyor ve büyüklüğünü gösteriyor. Fâtiha’yı yedi vecih üzere tefsir eyledi. Birinci tefsiri herkes anlayabilirdi. İkinciyi, buradaki ancak bazı kimseler anlayabildi. Üçüncüyü ise, bir kısmını aklım idrâk ettiyse de, bir kısmını idrâk edemedi. Bundan sonraki vecihleri ise, bizim idrâkimizin dışında kaldı. Ancak kendisi idrâk edebilir.”5. Bu manalardan aldığı ilhamlarla, Molla Fenari, Fâtiha-i Şerifeyi tefsir eden bir Risale kaleme almıştır ki, meşhurdur ve kütüphanelerde mevcuttur. Kısaca Somuncu Baba, bu va’zı ile, tefsirde de üstâd olduğunu isbât eylemiştir.
Fâtiha’yı yedi makam üzerine tefsirini açıklayan bir araştırmacının değerlendirmesini burada özetlemek istiyoruz:
Somuncu Baba’nın Ulu Cami’de yaptığı va’zda, “Fatiha sûresini yedi ayrı makamda tefsir etmesi’, onun mutasavvıfların işârî tefsirini çok iyi bildiğini; özellikle İbn-i Arabi’nin mektebinin Kur’an ve hadislerden çıkardıkları zahirî manalar yanındaki batınî manalara muttali’ olduğunu göstermektedir. Babası vasıtasıyla intisâb ettiği Ebheriyye Tarikatının İbn-i Arabî’ye bağlılığı ve kendisinin Dâvud Kayserî’den de ders almış olma ihtimali, onun bu vasfını geliştirmiştir. Bilindiği gibi, mutasavvıflar, fıkıh ve kelamcıların kullandığı nazar ve istidlal metodundan ziyâde tasfiye ve işrâka dayalı bir mükâşefe metodunu izlemektedirler. Âyet ve hadisleri tefsir ederken de, bu metoda baş vururlar. Somuncu Baba da, Fatiha Suresinin tefsirinde bu metodu kullanmıştır6.
Somuncu Baba’nın Ulu Cami’deki bu va’zı sırımı fâş etmiş; korktuğu başına gelerek birden şöhret oluvermiştir. Halkın ziyâde tazim veikramlarından rahatsız olan Şeyh Hâmid, mürîdi Hacı Bayram-ı Veli İle birlikte Bursa’dan ayrılmış ve gözlerden kaybolmuştur. Daha sonra beraber Hacca gittikleri ve oradan da Aksaray’a geldikten sonra burada ihtifâ eylediği yani gizlenip kaybolduğu, tabakât kitaplarının verdiği bilgiler arasındadır.
Kaynaklar:
1-Âlî, Künh’ül-Ahbâr, sh. 112-113; Aynî, Hacı Bayram-ı Veli, 66
2-Sarı Abdullah Efendi, Semerât’ül-Fu’âd, 231-232; İsmail Hakkı, Silsile-i Tarîk-i Celvetî, Vrk. 56/a; Aynî, Hacı Bayram-ı Veli, 66-67; Hüseyin Vassâf, Sefine-i Evliya, II, 255; Mecdî Efendi, Hadâık, I, 75; Taşköprüzâde,Şakâık, 35
3-Vassâf, Sefine-i Evliya, II, 255
4-Mecdî Efendi, Hadâık (Şakâık Tercümesi), I, 75
5-Sarı Abdullah Efendi, Semerât’ül-Fu’âd, sh. 231-232; İsmail Hakkı,
Silsile-i Tarîk-i Celvetî, 56/a-b
6-Yılmaz, Somuncu Baba, 21; Bediüzzaman, Muhâkemât, İstanbul 197
7-,sh. 1077İsmail Hakkı, Silsile-i Tarîk-i Celvetî, Vrk. 56/b; Sarı Abdullah Efendi,Semerât’ül-Fu’âd, 2338Baba Yusuf, Hakikinâme, Vrk. 82/b vd.