«

»

Eki 10

İbni Haldun der ki!

İbni Haldun der ki!

* “Halkın, yöneticilerin zorbaca yönetimlerine katlanması, onlardaki cesaret, kuvvet ve izzeti bozar”

* “Bil ki, devlet olmazsa olmaz iki temel üzerinde kuruludur. Birincisi asker (ordu) olarak ifade edilen güç, kuvvet ve asabiyettir. İkincisi ise askeri ayakta tutan ve devletin ihtiyaçlarını gideren mal ve paradır. İşte devlette görülecek bozulma bu iki temelden başlar. Hükümdar, iktidarda kendisine ortak olanları yönetimden uzaklaştırıp iktidarı kendi tekeline alır. Sonra da onları alçaltarak yerlerine, kendisine bağlı bir asabiyet oluşturur. Ancak bu yeni asabiyet içine gömüldüğü lüks ve safahat sebebiyle yok olmanın eşiğine gelir, yiğitlik ve cesareti unutup başkaları tarafından korunan kimseler haline gelir. Bu yüzden ülkenin sınırlarının korunması da zorlaşır. Bu durum onlara karşı halkı cesaretlendirir ve uzak bölgelerde devlete isyanlar başlar. Sonuçta devlet ikiye veya üçe bölünür, yönetim kurucu asabiyete boyun eğdirenlerin eline geçer”

* “İnsanların elde ettiği kazanç, çalışma ve emeklerinin kıymetinden ibarettir. Fakat makam ve nüfuz sahibi olmak, servet elde etmekte etkilidir. Çünkü insanlar, kendilerine gelebilecek zararları uzaklaştırmak ve menfaat elde etmek için malları ve çalışmaları ile makam sahiplerine yaklaşmak ister. Aslında bu çabalar ve feda ettikleri mallar, zararlardan korunmak ve yeni menfaatler elde etmek amaçlarının bedelidir. Dolayısıyla bu bedeller, makam sahibinin kazancı haline dönüşür ve kısa sürede varlıklı biri haline gelir.”

* “Bir şehir veya bölgedeki umranda yer alan derecelerin her birinin, kendisinden sonra gelen dereceye göre bir yaptırım gücü vardır. Aşağıdaki derecelerin her biri, kendisinin üzerindeki derecenin makam ve nüfuzundan yararlanmak ister. Böylece üstteki derecenin sahibi, kendi altındakilerden yararlandıkları ölçüde kazanç elde eder. Makamın etkisi genişse, ondan sağlanan kazanç da aynı şekilde bol olur.”

* “Servet sahibi olsalar bile makam ve nüfuzdan yoksun olanlar, sadece çalışıp gayret ettikleri oranda kazanç elde eder. Böylece bütün bu hususlar, yani makam ve nüfuzun farklı derecelerde olduğu, zenginlik ve servet elde etmenin de makam ve nüfuza sahip olmakla bağlantılı olduğu sabit olunca, insanlara makam vermenin en büyük iyilik ve bağışlardan biri olduğu anlaşılır.
Ancak insanlara makam bağışlama durumunda olanlar, bunları sadece kendi elinin altında olanlara verir. Dolayısıyla, bu makamlar, üstün konumlarda bulunanların minneti olarak verilir. Onun için, bu makamlara talip olanlar, bunları verme durumunda olanlara boyun eğmek ve yalakalık yapmak zorundadır. Aksi takdirde bu makamlara sahip olamazlar.
İşte başkalarına boyun eğmenin ve yalakalık etmenin, zenginlik ve servet elde etmeyi sağlayacak bir makam sahibi olmanın yollarından biri olduğunu söylememizin sebebi budur. Zenginlik ve servet sahiplerinin çoğu bu karakterdedir. Onun için üstün ahlak ve kişilikle insanların çoğunun, her hangi bir makama sahip olmadıklarına, sadece kendi çalışmalarıyla kazanç elde ettiklerine, bu yüzden de fakirlik ve zorluk içine düştüklerine şahit oluyoruz.”