«

»

Haz 04

ATATÜRK HAVACI GENÇLERE NE SÖZÜ VERDİRDİ?

ATATÜRK HAVACI GENÇLERE NE SÖZÜ VERDİRDİ?

Burhan Göksel 19 yaşında bir subay olarak Kara Harp Okulu’nu bitirmişti. Gönlünde havacılık yatıyordu. (1 Ekim 1938’de Hava Okulu’nu bitirecek, 5 nci Tayyare Bölüğü’nde pilot olacaktı)

1938 yılının Mayıs ayıydı, Burhan Göksel ve arkadaşları Eskişehir Hava Okulu’nun Pilot Subay ikinci sınıfında öğrenci olarak eğitim gören hava teğmenleriydi.

Erkenden uykuya çekildikleri bir akşam odalarını kapıları vurularak uyandırıldılar. Kendilerine Atatürk’ün Orduevi’nde asker ve sivil Türk gençleri ile görüşmek istediği haber verildi. Hemen hazırlandılar ve zıpkın gibi orduevine koştular.

Atatürk; salonun ortasında uzunca bir masada oturuyor, solunda komutanları Albay Zeki Doğan, sağında, sınıf arkadaşları ve dünyanın ilk kadın harp pilotu Sabiha Gökçen oturuyordu.

Genç teğmenlerin Sabiha Gökçen’i pantolonlu özel kıyafeti ve uçuş elbisesi ile görmeye alışan gözleri, onu zarif gece tuvaleti içinde yadırgadı.

Masanın diğer konukları Atatürk’ü dinlemekteydi.

Genç teğmenler mutluluktan havaya uçuyordu. Burhan Göksel olup bitenleri anlamaya çalışıyordu.

Sofranın üzerinde basit mezeler, yemekler ve içkiler vardı. Atatürk salondan rastgele asker veya sivil bir genci çağırıyor, bir şeyler dikte ettiriyor. Bu esnada ellerinin, kollarının ve başının sert hareketler yaptıyordu.

Bir ara bir genci çağırdı, bir şeyler yazdırdı, sonra bir başka genci daha çağırtıp bir önceki gence yazdırdıklarını okuttu…


Gençlerin imtihanı bitti, Atatürk bu kez Falih Rıfkı Atay’ı yanına çağırtıp bir şeyler yazdırdı, ardından okumasını istedi. Okunan yerlerin beğenmediği yerlerinin üzerini çizdirdi…

Yazı ve okuma işleri bittikten sonra Atatürk’ün sesi duyuldu, sahnede bulunan Mehmetçiklerden kurulu topluluğun şefine , “Efendim, Valansia’yı çalsınlar” dedi.

Dans etmek istiyordu. Sofradan kalktı, özellikle damını dans bilmeyenlerden seçti. Biraz sitem, biraz temel dans bilgisi vermenin ardından genç bir subayı yanına çağırdı:

“Öğret bakalım şu hanıma dans etmeyi…” dedi.

Atatürk, Türk musikisini geliştirmek , Batı müziğindende yararlanılması gerektiğine inanıyordu. O’na göre müzik ve sanatta bir devrimdi. O nedenle bir zamanlar bütün radyolarda bir süre Türk musikisi yasaklanmıştı. Oysa kendisi alaturka ve halk musikisi ile büyümüştü. O şarkılarla hüzünlenmiş o şarkılarla coşmuş ama buna ragmen önce çuvaldızı kendine batırmıştı…

Bir ara şehrin valisini yanına çağırdı, batı esintili müzik yapacak bir heyet bulunmasını istedi. Vali bey istenileni yaptı, bir zaman sonra bir grup geldi sahne aldı…

Ancak gelen grup salonda bulunanları pek fazla eğlendirememişti. Atatürk, gruptan bir ara Yesari Asım Ersoy’un “Fariğ olmam meşrebi rindaneden” isimli parçasının söylenmesini istedi.

Şarkıcı genç kız o şarkıyı bilmediğini söyledi.

Atatürk, “Yok öyle şey… Söyleyecek, söyletecek.” dedi ve ardından önce birinci satır beraber, bir daha, bir daha. İkinci ve üçüncü mısralar da öyle ve en nihayetinde genç şarkıcı kız şarkının makamını ve sözlerini yakaladı…

Atatürk neşeli ve mutluydu. Bunun nedeni gençlerle birlikte olmasıydı. O mutluluğunu pekiştirmek istiyordu. Tam bir öğretmen gibi davranıyordu. Bir ara gençleri etrafına, daha yakınına çağırdı. Bütün gençler etrafında toplandı

“Aramızda bir konuşma yarışması yapalım, içimizden birisini başkan seçelim, o söz versin sıra ile, Hatay mevzusunda konuşalım.” dedi ve ekledi

“Ne olur beni başkan seçmeyin, ben bu gece sadece konuşmacı olayım, “ derken bir genç sözünü kesince, yüz hatları hafiften gerildi. Genç konuşmasını sürdürdü:

“Ata’m, dedi, Bu demokratik yasama düzenini siz verdiniz, siz öğrettiniz bize, benim rahatça konuşmamdan görüyorum ki rahatsız oluyorsunuz, özür dilerim.”

Atatürk’ün yüzündeki sert hatlar birdenbire değişti, yerine yine yumuşak bakışlar geldi ve şöyle konuştu:

“Size yeni bir teklifim var, reylerinizi bana verin, bu genci başkan yapalım.”

İsteği Kabul gördü, o genç başkan seçildi. Sırası gelen bütün heyecanı ile Hatay’ı, Fransa’yı ve Türk tarihini ele aldı, şiirler okundu…

Atatürk’ün keyfine kayif katılmıştı. Tarih bilgisindeki, Türkçe bilgisindeki hataları düzeltti ama gençlerin konuşmalarını asla kesmedi.

Bunlar yaşanırken başan seçilen başkan oluşu bile unutulmuştu. Başkan genç hakkını kolay kaptıracak tiplerden değildi. Bir ara sesini yükseltti:

“Benden söz almadan konuşuyorsunuz, bu usule aykırıdır”

Atatürk önce bozulur gibi oldu ama hemen ardından, “Hımm… Çok esaslı başkanımız varmış; kendisinden özür dileriz” diyerek konuşmasını sürdürdü. Konu, Fransa ve Hatay’dı.

“ Fransa, çok güvendiği “Maginot Hattı”nın gerisinde çökmeye mahkûmdur. Çünkü Maginot’nun üstü ve gerisi tamamen havaya karşı (Alman Hava Kuvvetleri’ne karşı) açıktır. Onlar, hiçbir zaman bunun farkında değiller.

Fransızlar bizleri hâlâ hasta Osmanlı İmparatorluğu zannediyorlar. Fransız devlet adamları ve yöneticileri çok aldanıyorlar. Fransızlar onlardan istediklerimizi çok kısa zamanda yerine getirmezlerse benim ne yapacağımı onlar da bütün dünya da görecektir.”

Atatürk havacı teğmenlerde

Salonda bir anda alkış tufanı koptu.

Alkışan hoşlanmayan Atatürk ayağa kalkarak havacı teğmenlere hpitap etti

– Nasıl, Havacılar benimle yine beraber misiniz?

Salonda adeta gök gürledi:

– Beraberiz daima! Beraberiz daima! Beraberiz daima!

Atatürk’ün niyeti faşist İtlayan Lider Mussolini’nin Antalya’yı işgal etme hayalleri sonrasında geliştirdiği gemiyle düşman gemisine çarparak vatan uğruna şehit olunması dersini havacılara da vermekti…

Gece sürerken salonda bulunan havacı subaylara “Zata Mahsus” (Kişiye Özel) bir zarf geldi. Zarfta şunlar yazılıydı:

“Mussolini’nin uçak ve harp gemilerine çarpıp batırmayı ve ölmeyi kabul eder misin?”

Yanıtlar verildi, pilotların verdiği cevaplar tasnif edildi.

Yanıtların hepsinde üç kelimelik yanıt vardı:

“Evet çarpmaya hazırım.”

Atatürk ayağa kalktı “Mehmetçik müzisyenler çalın bir Sarı Zeybek!”diye haykırdı.

Burhan Göksel, Atatürk’ün başını çektiği Sarı Zeybek oyununun gerçek anlamını o gün öğrendi ve yıllar sonra,” O kolların ağır ağır kalkışını, bir kartalın kanat açışına benzetirim.” diyecekti…

Kaynak:
Falih Rıfkı Atay, “Ölüm Yılı”, Dünya gazetesi, Yıl: 2, Sayı: 611, 10 Kasım 1953, Atatürk İlavesi, s. 3; Falih Rıfkı Atay, Çankaya, Atatürk Devri Hatıraları, İkinci Cilt, Dünya Yayınları, İstanbul 1958, s. 466

Mithat Toroğlu, “Atatürk Mersin’de (Son Gelişlerine Ait İki Hatıra)”, Kuvay–i Milliye

Dergisi, Yıl: 9, Sayı: 99, Mersin, Kasım 1968, s. 5, 30