«

»

Şub 21

“TUTSAKLIĞIN EN AĞIRI”

“TUTSAKLIĞIN EN AĞIRI”

Benin iki kocaman makam odam, iki makam otomobilim, özel veya resmi misafirlerimi gezdirmem için bir vip minibüsüm, ayrıca eşim için bir otomobil, kocaman bir lojman, iki hizmetçi, üç şoför, iki koruma, evde başka bir yardımcı hizmetlim var. Zile basıyorum çayım, kahvem geliyor, telefonlarımı sekreter bağlıyor, ister sabit ister cep telefonumdan istediğim kadar sınırsız konuşabiliyorum. Sahip olduğum imkânların birçoğunu hatırlamıyorum bile. Bu imkânlara sahip olanların içinde en mütevazısı benim.

Bir müdür olarak devletin imkânlarını istediğim gibi kullanmak hakkımdı. Bütün illerde ve kurumlarda durum buydu. Bakanlar, genel müdürler, müsteşarlar, başkanlar, valiler, müdürler vb, hepsi daha keyfi ve daha ölçüsüz imkânları kullanıyor, bunu kendilerine bir hak görüyorlar.

Üst makamlardaki yöneticilerin devlet imkânlarını krallara özgü bir biçimde harcamaları, başkalarının haklarını yemeleri, devletin az olan kaynaklarını kendi şahsi çıkarları için kullanmaları bütün milletin haklarını ceplerine atmak olur.

Geçmişte yetki kullanımına ilişkin anlatılan bir fıkrada, valilerin adam asma yetkilerine sınır getirilip hiç kimse mahkeme kararı olmadan asılmayacak dendiğinde zamanın Erzurum valisinin “keyfimce bir adam bile asamadıktan sonra, ne yapayım ben valiliği” dediği anlatılır.

En çirkini de ast makamların üst makamlara hitap şekliydi. Övgüyle başlayan bu tutum öyle bir hale geldi ki üst makamda bulunanların ilahlaştırılmasına kadar vardı. Yapılan sıradan olumlu bir eylemde üst makamlar göğe çıkarılıyor; elde edilen bütün başarı tamamen onların sayesinde gerçekleştirilmiş gibi davranılıyordu. Bu arada alt makamda bulunanlar üstlerini yüceltmek için kendi kişiliklerini ve yaptıklarını aşağılamakta beis görmüyorlardı. Onurlarını hiçe sayıyorlardı. Böylece görevi sadece onay vermek ödenek göndermekten ibaret olan üst makamda bulunanlar sanki o işi tek başlarına yapmışlar gibi övgülerle yere göğe sığdırılamıyordu. Kendi kişiliğini yok eden, kendi çalışma ve emeğine değer vermeyen bir kişilikti söz konusu olan.

Bir filozof der ki, “tutsaklığın en ağırı kendini gönüllü olarak hapishaneye hapsedip üzerine kapıyı kilitleyen ve bunu isteyerek yapan kişilerin tutsaklığıdır.”

Köleler hiçbir zaman köleliğe karşı çıkmamışlardır, bu sisteme asıl karşı çıkanlar özgür insanlardır. Köleler kendi durumlarını kabullenerek, sadece sahiplerinden durumlarını iyileştirecek şeyler yapmasını (daha iyi muamele, biraz daha fazla yemek vb.)  talep etmişlerdir. Köleliğin adaletli olmasını istemişlerdir. Hâlbuki var oluş temeli bakımında adaletsiz bir sistemden adalet beklemek boşuna bir çabadır.

 

Kaynak: Haliçte Yaşayan Simonlar Hanefi Avcı