«

»

Tem 31

Mutlak doğruyu yakalamışken demokrasi de ne?

Mutlak doğruyu yakalamışken demokrasi de ne?

Kendi fikirlerinizden bu derece emin, karşı fikir sahiplerinin kötülüğüne bu derece ikna olmuş iseniz, sizinle münakaşa etmek, fikir teatisinde bulunmak mümkün müdür? Hani şura ile karar vereceksiniz ya, o şuradakilerin özelliği nedir? Şu üç fırka olabilir belki:

1) Sizin fikirlerinizin dâhice olduğunu iddia edenler

2) Muhteşem olduğunu söyleyenler

3) Bir de “hakkı âliniz var efendim” diyenler…

Televizyonlarda muhaliflere ateş püsküren siyasîleri bir de bu gözle dinleyin. Bunların kendi hatalarını görüp düzeltme imkânları var mıdır? O hain düşmanlarının söylediklerinin arasında farzı muhal hakikat kırıntıları bulunsa, bunları görmeleri mümkün müdür? Kendi kendilerine, “acaba ben bir yerde hata mı yaptım?” diye sormaları mümkün müdür? Hatalarını bulup düzeltmeleri imkân dâhilinde midir? Etrafının düşmanlarla ve ajanlarla sarılı olduğuna, haklılığı ve doğruluğu bu kadar belli tezlerinizi bu düşmanların tenkit cüretinde bulunduklarına, bunu da sırf düşmanlıklarından yaptıklarına inanıyorsanız, bu insanlarla sandığa girip demokrasi uğruna gerektiğinde ülkenin veya partinizin yönetimini onlara teslim edebilir misiniz? Siz mutlak doğruyu ele geçirmişken demokrasi denilen ve ne idüğü pek de belli olmayan bir kavram için batıla, küfre teslim olur musunuz?

Daha beteri… Bunlar biz kâfirlerle daimî cihad halinde oldukları için bize karşı ahlâklı, âdil davranma gibi bir endişeleri de olamaz. Canımız da ırzımız da malımız da helaldir onlara! Yalan söyleyebilirler, harpte hile mubahtır. Yalan, harp hilesinin en masumudur. Hırsızlık yapabilirler, ganimet haktır. Onlar Allah’ın emriyle biz kâfirlere karşı cihad içinde oldukça yapabileceklerinin hiçbir kanunî, ahlâkî veya insanî sınırı yoktur. İş bazen tekfire ve kafa kesmeye kadar gitmeyebiliyor. Ama kibrin, kendi fikrinden asla şüphe etmemenin, daha ileri giderek kendi fikrini mutlak doğru kabul etmenin, yüzde yüz aynı fikirde olmayanı açık veya kapalı aşağılamanınağırı da hafifi de kötüdür.

Rahmetli Mümtaz Turhan’ın “Kültür Değişmeleri”nde, çok sevdiğim ve sık sık alıntıladığım ifadelerini hatırlayalım:

“[O] kolay ikna edilemez, inandıklarını hakikat, kırık dökük ve irtibatsız müşahedelerini de realite sanmaktadır. Onda ne ilim adamının müsamahası ne de hakikat karşısında teslim olmaya hazır olma uysallığı vardır. Bu bakımdan, Türk münevveri ile onun cahil diye damgaladığı halk arasında ilmî düşünüş ve zihniyet bakımından, büyük bir fark yoktur. Çünkü her ikisi de peşin hükümleri, kanaatleri ve batıl itikatlarıyla, yani inançları ile hareket etmektedir. Aradaki fark, sadece bu zihnî muhtevaların mevzu ve nevilerindedir.”

 

Alıntı: İskender Öksüz: ‘Tekfircilik’