«

»

Mar 03

BİR TARİH, BİR ŞEHİR, BİR ŞAİR

BİR TARİH, BİR ŞEHİR, BİR ŞAİR

Ne zaman biri bana , “Nerelisin diye sorsa?” nedendir bilmem ama aklıma hep Arif Nihat Asya ve onun böyle bir soruya verdiği cevap gelir:

-Nerelisin diye soruyorlar:

İnceğiz köyünde doğmuşum.

İnceğiz’i Çatalca’ya

Çatalcayı İstanbul’a bağlamışlar

İstanbullu olmuşum. 

Arif Nihat Asya’nın bu sevimli cevabı her ne kadar kimlik kartının doğum yeri hanesini süslese de bence Arif Nihat’ın manevi doğum yeri, Bayrak şiirini yazdığı Adana’dır. Çünkü şairimiz “Ey mavi göklerin beyaz ve kızıl süsü / Kız kardeşimin gelinliği, şehidimin son örtüsü…”  diye başlayan Bayrak şiirini Adana’da kendi ifadesiyle, “1940’ın 4 Ocak’ını 5 Ocak’a bağlayan gece el-ayak ortalıktan çekilince, petrol lambasının yorgun ışığı altında bayrağımıza sığınarak, bayrağımıza sarınarak yazdı.”   5 Ocak Adana’nın Fransız işgalinden kurtuluş günüdür. Bir başka deyişle 5 Ocak, Arif Nihat’ın ay-yıldızlı bayrağımıza “Senin destanını okudum, senin destanını yazacağım” dediği gündür. 

Evet, bu muhteşem şiirin yazıldığı ve İlk kez okunduğu yer Adana’dır. İşte bu sebeple Arif Nihat Asya’nın asıl doğum yeri Adana’dır diyorum.  Çünkü Arif Nihat Asya, o günden bugüne edebiyatımızda bayrak şairi olarak anılmaktadır. Bu durum şairlerin dünyasında hiç de yadırganmaz. Öyle ki bazı şairler yüzlerce şiir de yazsa anıtlaşan şiirleriyle hafızalarda yer almaya devam ederler: Âşık Veysel’in “Kara Toprak”ı, Faruk Nafiz’in  “Han Duvarları”, Sezai Karakoç’un “Mona Roza” sı gibi… Arif Nihat da birbirinden güzel şiirlere imza atmasına rağmen Bayrak şiiriyle tanınmış Bayrak Şairi olmuştur.

 Zaten kendisi de kendini bir Adanalı olarak kabul etmektedir. Adana da ikinci evliliğini yapmış, büyük bir “Servet”e ulaşmıştır.  İkinci eşi Servet Hanım, ona Fırat’ı ve Murat’ı hediye etmiştir. Kısacası Adana’yla bütünleşmiş, onun bir parçası olmuştur.

“Hayır,  Adanalı değilsin,” diyerek canını sıkanlara “Adanalı”başlıklı yazısıyla unutulmayacak bir ders vermiştir:

 “Adana işlerine ne hakla karışıyor? Adanalı değildir!” demişler. Haklıdırlar: Saatler yerli marka olmadığından Adana’da zaman da Adanalı değildir. Adı istediği kadar Adana’yla beraber anılsın, Adana’yı doğursa bile Adana’da doğmadığı için Seyhan da Adanalı değildir. Ve şu bahçede dallar Adanalıdır, kuşlar Adanalı değildir. (…) Ulu Camii’nin minaresi nerelidir, bilmem… Saat Kulesi- biraz sivrildiği için olsa gerek- Adanalı değildir. Lakin ben de değilsem kim Adanalı acaba? Adanalılık Adana’nın sadece ağası, paşası olmuşlara vergiyse yalnız ölüler Adanalıdır; diriler Adanalı değildir!” der; fakat bununla da yetinmez bir de şiir yazar:

Adana

Kimmiş beni Adana’dan atacak

Benim adım Adana’da armadır!

Nasıl bırakırım Adana’yı ben.

Ki Adana, benden bana kalmadır!

Nasıl geçer benden Adana kızı:

Bileğimde elim, altın burmadır! 

Arif Nihat Asya, şiirlerinin yanı sıra nesirlerinde de Türkçenin o en canlı, o en muhteşem güzelliğini kelimelerle örerken mensur şiirin en seçkin örneklerini sunar. Mesela onun “Kartopu”nu okuyanlar seslerin beyazlığını, hecelerin yumuşaklığını, kelimelerin insanın içini ısıtan sıcaklığını duyarlar. Adanalılara bir 5 Ocak armağanı olsun:  

 “Kartopu” 

“Kartopu oynayacak çağım çoktan geçti; yaşımın sayısı kadar kartopu atmaya kolumun gücü yetmez. Buna rağmen bir kartopu atsam, kartopum dağılmadan, bozulmadan Adana’ya ulaşsa dostlarım üzerinde eldivenlerimin izini değil avuçlarımın çizgilerini bulurlardı.

 Ben onlara kartopu atsam, onlar bana turunç atsa, portakal atsa kartopuna altıntopla mukabele etmiş olurlardı.

Bir kartopu atabilsem Noel ağacı gibi Noel Baba’yı da yere sererdim… 5 Ocak, rakipsiz bayramım olarak kalırdı.

Adana’ya bir kartopu atsam kartopuna “Vurduğun göğsü incitme… Düştüğün avucu üşütme!” diye tembih etmeyi unutmazdım. Acıtmazdı, çürütmezdi, incitmezdi, üşütmezdi.” 

Adana’ya nüfus kütüğünden bağlı olmasa da gönülden bağlı olan Arif Nihat, nikâhı kıyan Adanalı Vehbi Hoca’nın ardından öylesine hoş bir yazı kaleme alır ki bu yazıyı okuyan ya da okuyacak olan dünyanın bütün nikâh memurları Vehbi Hoca’nın yerinde olmayı o kadar çok isterdi ki…

İşte yazıdan birkaç bölüm:

“On sekiz yıl, önünden esmerler, sarışınlar, kumrallar; körpeler, olgunlar geçit resmi yaptı.

 Bir “evet” i dünyalar değen ağızlar, bir gülümsemesi yuvalar, gönüller aydınlatan yüzler gördün… Delikanlılar, yaşlılar, dullar, gelinler, kızlar gördün. Fakat kim bilir ne cilveler, ne edalar, ne nazlar gördün!

Nur içinde yat Vehbi Hoca; Adana’yı biz görmedik, sen gördün.

Dergiler, kitaplar, yıllıklar ne bilecek: Adana’nın tarihini senin çinko kaplı dolabındaki defterler bilir Vehbi Hoca.

Senin filmlerin, senin romanların birbirinden güzel bitti… Muradı olanları murada erdirmekten tatlı ne var şu dünyada? Allah’ın emri, Peygamberinin kavli, Vehbi Hoca’nın himmetiyle ben de mesut oldum… Nur içinde yatasın Vehbi Hoca!” 

1928’in Eylülünde Adana’ya, Edebiyat Muallimi olarak tayin edilen Arif Nihat 1934’te İstanbul-Halıcıoğlu Yedek Subay Okulundayken Soyadı Kanunu gereği Asya soyadı alır. Bundan böyle artık onun adı alfabenin a’sıyla başlar a’sıyla biter kısacası Arif Nihat Asya edebiyatımızın ANA’sı olur.

Öğretmenlik hayatının büyük bir bölümünü bu şehirde, Adana’da geçiren Arif Nihat Asya, 1948’de Edirne Lisesi Edebiyat Öğretmenliğine gönderilince bu durum Adanalıları çok üzmüş; gerek öğrencileri ve dostları, gerekse Adana halkı, bu sürgüne tepkilerini göstererek onu, beş bin kişilik bir kalabalıkla istasyondan uğurlamışlardı.  Kalem dergisi de 1948/49’a ait Aralık- Ocak 4.,5.  sayısını “Arif Nihat Özel Sayısı” olarak çıkarmıştır. Bu sayılarda yer alan yazılardan birkaç örnek cümle: 

“Yirmi sene evvel, Trakyalı bir genç muallim olarak buraya gelen Arif Nihat, dün Trakya’ya koca bir Asya olarak gitti.”  (Şevket Kutkan) 

“Ağzıyla yiyen, gözüyle bakan, başını sallayan, belini büken sofra başına.  Ağzıyla konuşan, gözüyle gören başıyla düşünen, dimdik Arif Nihat Asya sınır taşına…” (Hamid Salih Asyalı) 

“Sen ki vefalı, kadir bilen, Çukurova çocuklarının ruhunda bir bayarak gibi dalgalanan bir şair, eşsiz bir sanatçısın. Bunu dostuna, düşmanına, Adana istasyonunda yapılan emsalsiz uğurlama ile ispat ettin.” (Ziya İlhan Zaimoğlu) 

Arif Nihat Asya, Edirne’deyken Adana’ya tam da kendine uygun bir “Mektup”gönderir ve duygularını şöyle dile getirir:

Ova şerrimizden halas olunca

Kozalar, pamuklar,  ipeklendi mi

 

Arıları vızır vızır işleyen

Fesat  kovanları peteklendi mi

 

Çala çırpa yahut yalaya yuta

Birkaç karın daha göbeklendi mi

 

Peşimize düşen çifte yılanlar

Dönüp koltuğuna çöreklendi mi

 

“Melekgirmez” derler bir bucak vardı

Biz yolcu olunca meleklendi mi

 

O Adana’dan ayrıldıktan sonra” Melekgirmez” semti meleklendi mi bilinmez; ancak bu ayrılık fazla uzun sürmez; 1950 yılında Arif Nihat, Edirne’deyken Seyhan’dan milletvekili seçilir. Böylece Adanalı olduğunu resmen tescil ettirir.

Zaten o, yediklerinin, içtiklerini tadını Çukurova’dan, Seyhan’dan almış;

Dallara el sürdü Hızır,

Asmaların altı hasır…

Yensin erik, yensin kısır;

Suyu Seyhan’dan içilir… 

Diyerek Adana’nın Ulu Camii’siyle, Saat Kulesi’yle, Taşköprü’süyle;  semtleriyle, parklarıyla, meydanlarıyla, okullarıyla, iç içe olmuş;

Sevdiklerimden armağan

Bıraktım bir güz mevsimi

Taşköprü’nün taşlarında

Duysunlar ayak sesimi 

demiş ve tarihin derinliklerinden gelen hürriyet sevdamızı en muhteşem sesiyle 5 Ocak Marş’ında Toroslardan haykırmıştır: 

Çatılar, kubbeler, başlar üstüne

Çekin ey genç eller, al bayrakları…

Ki bayrak alıyla yazdı yazanlar

Vatan toprağına (5 Ocak)ları…

 

Yükselin, yükselin ey Toroslar ,ey

Şu mavi göklerin basamakları.  

Ve yine bir başka 5 Ocak’ta Adanalının bu mutlu gününde,  bir yanağını 1904’te öptüğü dünyanın, öteki yanağından 1975’in 5 Ocak’ında öpmüş ve 

Yoksa şu yaprakta Yavuz

Yoksa şu sayfada Oğuz

Biz de yoğuz, biz de yoğuz! 

Diyerek ebedi âleme göçmüştür. Allah rahmet eylesin, mekânı cennet olsun!                                     

 

Alıntı: M. Hayati Özkaya