«

»

Oca 11

“ASLINA HUU… NESLİNE HUU!”

“ASLINA HUU… NESLİNE HUU!”                                                                                                                                                                                                                                         www.kenansahbaz.com

Zamanında bir hükümdar, vezirlerine şöyle bir emir vermiş: “Tebeamdan bana Hızır aleyhlsselâmı bulup getirecek bir kul var mıdır? Araştırılsın!..”

O günden tezi yok, memleketin dört bir yanına dellallar çıkartılmış. Meğer devlet elinin erişmediği uzaklarda bir yerde pek yoksul bir ihtiyar yaşarmış. Adamcağız uzun uzun düşündükten sonra, “Eğer bazı şartlar öne sürerek bu İşe talip olursam, Ahir ömrümde birkaç zaman olsun bolluk ve refah yüzü görürüm. Hükümdarın, tebaası olarak bizi arayıp sorduğu mu var? Hem ola ki talih yaver gider” deyip, sarayın yolunu tutmuş.

Hükümdar, ihtiyara 40 gün süre tanıyıp her türlü isteğinin yerine getirilmesini ferman buyurmuş, ihtiyar, o 40 günde ne kadar kendisi gibi fakir fukara varsa doyurmuş, yardımda bulunmuş. Kırkıncı gün sarayın adamları kapıya dayanmışlar ve “Buyur efendi, gidiyoruz!”demişler. Zavallı ihtiyar, sayılı günün çok çabuk geçtiğini bilerek emre rızâ göstermiş. Yolda yanlarına bir fakır derviş takılmış ve “Ben de sizinle geleyim ve sarayı bir kez olsun göreyim”demiş. ihtiyar buna da râzi olup huzura beraberce varmışlar. Hükümdar, ihtiyara bakmış; o da hükümdara bakmış. Ortada ne Hızır var, ne mazeret. Adamcağız durumu anlatacakken, hükümdar ateş püskürür vaziyette en büyük vezirine sormuş:
— Efendi, söyle; bu densize ne ceza verelim?
— Hünkârım, bu adamı 40 katırın kuyruğuna bağlayıp sürütelim.
— Aslına huuu… Nesline huuu!.. (Yani, aslını da Allah’a hava le ettim, neslini de! demek istiyor. Böylece iyiler için duâ, kötüler için de beddua etmiş oluyor) diye bir ses duyulmuş, ihtiyarın yanına takılıp gelen fakir dervişten…

Sultan sesini çıkarmamış ve ortanca vezirine sormuş:

— Söyle bre, bu herife ne yapalım?
— Bu herifi keşkek edip leşini köpeklere yedirelim.
— Aslına huuu… Nesline huuu!.. demiş yine fakir derviş. Padişah ona sert sert bakmış. Sonra aynı suâli küçük vezirine sormuş. Cevap:
— Yüce sultanimi Bu zavallı ihtiyar zaten ömrünün sonuna yaklaşmış. Yoksulluk ve devletin ilgisizliği yüzünden bir yalana tevessül etmiş. Kaldı ki aldığı her kuruşu fakir fukaraya dağıtmış. Affetmek büyüklük alâmetidir. Büyüklüğünüzü gösterip bağışlayıveriniz.

— Aslına huuu… Nesline huuu!.. demiş yine derviş. Padişah öfkeyle sesin geldiği tarafa dönerek kükremiş:
— Bre, sen kim olasın ve niçin hep aynı şeyi söyleyip durmaktasın? Pâdişâh huzurunda edep böyle mi olur?

Derviş hükümdarı saygıyla selâmlamış ve söze başlamış:

— Haşmetlü hünkârım! Senin büyük vezirinin babası katırcı idi. Onun için ihtiyarı katırlara sürütmek istedi. Ortanca vezirinin babası keşkekçi dükkânı işletirdi. Etin
artığını da köpeklere atardı. O da babasının yaptığını uygun gördü bu ihtiyara… Şu küçük vezirine gelince; o asîl bir vezir ailesinden gelmektedir ve vicdanı, bu ihtiyara
devlet himayesiyle mücâzât etmesini (ona göre bir karşılık vermesini) gerektiriyor. Babasından da öyle görmüştü zira…

Hepsinin sözleri, asıllarını ve fiillerini göstermekte.
Ben de o sebepten, “Aslına huuu… Nesline huuu!” diyorum.

Padişahın taaccübü artmış. Hayretler içinde bu fakirin bütün bunları nereden bildiğini merak ederek sormuş:

— Peki, derviş sen kimsin?
— Ya sen bugün kimi bekliyordun hünkârım? Sonra da önce küçük veziri, ardından da kendini işaret ederek, “İşte vezir, İşte Hızır!..” deyip ortadan kayboluvermiş.

Evet, insanoğlu elbette dediklerinden ve ettiklerinden mes’ûldür. Bugün değilse de yarın bir hesap vermesi mukadderdir. Ancak pek çok cezanın, hesap gününe kalmadan da görüldüğü vâkidir. Yani kim olsan, hangi mevkide bulunsan, bir gün ah, sitem, beddua ve ceza oklarına hedef olmak ihtimâli daima vardır. Bu sebeple, aman dikkat diyoruz. Şayet sözümüzde, özümüzde, fiilimizde dürüst olmazsak, Hızır aleyhlsselâm da necatımıza vesîle olmaz.