«

»

Haz 29

100 yıldır aynı oyun!

100 yıldır aynı oyun!

Çok tuhaf, değil mi? Ama manzaramız hiç iyi değil; sanki her şeyi kendi elimizle hazırlıyoruz. Sadece bu olayda mı böyle? Hayır, hep böyle diyebiliriz. Şimdi kimseye sözümüz geçmiyor. Açıktan adalarımızı işgal eden Yunanistan’a  “komşu ne yapıyorsun” diye sormuyoruz. Dostumuz (!) Barzani Türkmen şehri Kerkük’e bayrağını çekip el koyuyor, “O  bayrak inecek diyoruz, dinleyen yok, bayrak daha da artıyor.” Herkes memnun. İsrail, ilk defa Yunan ve Rum’la beraber olmuş, altımızı oyuyor da, seyrediyoruz. AB’ye veryansın edildi, şimdi de “AB’ye üyelik stratejik önceliğimiz” diyoruz. Rusya ve İran, hatta Suriye ile uzlaşıyoruz deniliyor, ama zıtlıklar devam ediyor. Hasılı, bölgemizde yangın var; herkesle aramız bozuk. Neredeyse dost ülke kalmamış. Bu ne hal, maksadınız nedir demeyelim mi?

Dışarıdan bakılınca görünen o ki; istikrarsız ve gündelik politikalar, caydırıcılığı ve güvenilirliği zayıflatmış. Türkiye’ye karşı olmanın bir faturası kalmamış. Borç batağında bir ekonomi var. Kamu sektörü 15 yılda, trilyon dolarlar harcamış; yol, köprü, inşaat yapmış, ama ortada bir tane fabrika yok. Var olanlar da, stratejik olup olmadığına bakmadan haraç-mezat satılmış. Yerli kaynağa dayalı üretim çok yetersiz. İç çekişmelere dayanan siyaset millî birliği, kamu düzenini ve kanun hakimiyetini zayıflatmış. Yolsuzluk, vurgun, kaçakçılık, rant soygunu ekonomiyi de, ahlakı da çürütüyor. Eğitim yaz-boz tahtasına dönmüş. Yargı, siyasete bağlanmış, ordunun beyni felç edilip emir komuta birliği bozulmuş. Devlet kadroları hallaç pamuğu gibi atılıyor, ehliyet ve liyakat kaybolmuş. Demokratik sistemin kural ve kurumları; kişi hak ve özgürlükleri, basın ve kongresini bile yapamayan partiler, şaibeli seçimler düzeni işlemez hale getirmiş. Sıfırlanan bölücü terör, PKK/KCK ile yapılan müzakereler sonucunda azgınlaşarak ülkeyi içeriden ve dışarıdan kuşatarak tehdit edecek konuma gelmiş.

Bir yabancı göz ülkemizi böyle görüyorsa, gücümüzü ölçmekte zorluk çekebilir mi? Peki bütün bunlar, bilgisizlikten mi, yoksa bilemediğimiz başka sebeplerden mi kaynaklanıyor? Cevabını bulmaya çalışalım: Biraz gerilere gidelim; Her egemen devletin bir hukuku olduğu bilindiği halde, “Adil Düzen” diyerek çok hukuklu sistem savunulmadı mı? 1980’den önce, Sovyet yanlılarının “halklara özgürlük” sloganıyla ülke anarşi batağına sürüklenmedi mi?

Daha sonraki yıllarda; “Şu anda Türkiye Cumhuriyetinde 27 etnik grup yaşamakta. Bunların varlıklarının tanınması gerekmektedir. Türkiye, Türklerindir gibi tezler yanlıştır. Türkiye Türkiye’de yaşayan herkesindir” denilmedi mi? Hatta, AB’nin yardımı ile Türkiye’yi etnik grupların ortaklaşa yöneteceği bir rejime götürmek için bir çok icraat yapılmadı mı? İsterseniz buradan, asrın başına gidelim ve haçlıların Sevr planına bakalım. Orada bugünün BOP ve Barzani haritaları gibi Türkiye’yi etnisitelere göre, “Ermenistan” ve vatandaşlarımızın şiddetli itirazına rağmen “Kürdistan” diye bölen antlaşma yapılmadı mı?

Kısaca, 100 yıldır ülkemizin etnisite ve mezheplere göre bölünmesi için çalışılıyor. Çok can, kan, maddi ve manevi bedel ödememize; ihmal, gaflet, dalalet ve hatta ihanete rağmen ülkemizi bölemediler, bölemeyeceklerdir. Çünkü, kökleri çok derinlerde, kültürü, dokusu, birlik arzusu ve imanı çok güçlüdür. Ancak bu böyle gidemez. Ülkemizin en kısa zamanda, zararlı zihniyetlerin güdümünden kurtulmasının yolunu bulmak zorundayız.

 

Alıntı: Sadi SOMUNCUOĞLU